İman: Lafla Değil, Eylemle Varlık Bulan Hakikat.
Bugün toplumda “İNANIYORUM” diyenlerin sayısı çok, fakat iman iddiasını eyleme dönüştürenlerin sayısı o kadar az ki, inanç kavramı adeta içi boş bir kabuğa dönüştü.
Oysa hakiki iman, insanın ruhunu ve hayatını kökten dönüştüren, onu eyleme, pratiğe ve hayata yansıyan bir dinamizme dönüştüren bir hakikattir.
Sözde Değil, Özde İman.
İmanın gerçekliği; sadece dille “inanıyorum” demekle değil, bu inancın insanın davranışlarına, tercihlerine ve hayat tarzına doğrudan yansımasıyla mümkündür.
Çünkü iman; kuru bir iddia, temennilerle oyalanma veya dille söylenen kelimelerden ibaret bir olgu değildir.
Peygamberimiz (s.a.v.)’in ifadesiyle, “İman, kalpte yer edinip, azalarla doğrulanan bir hakikattir.” Bu ne demektir? Yani dil ile “İMAN ETTİM” demek yetmez, insanın hayatında bunun gözle görülür bir karşılığı olmalı.
İmanın Pratikte Yansıması: Tevhid ve Teslimiyet.
Hakiki iman insanda bir sorumluluk bilinci doğurur. Mümin, inandığı Allah’ın emir ve yasaklarını yalnızca teorik olarak değil, hayatının her alanında uygulamaya koyar.
Mesela YALAN söylemez, HARAMA el uzatmaz, ADALET ve MERHAMETTEN asla taviz vermez.
Çünkü bilir ki, inancın varlığı; onun davranışlarında, günlük hayatındaki tercihlerinde ve ahlaki tavrında görünür olmak zorundadır.
İman, kişiyi namaza, infaka, güzel ahlaka, dürüstlüğe ve hakka teslim olmaya sevk etmelidir. Yoksa iman, içi boş bir slogan ve kendini kandırmanın başka bir adı olur.
Kuran’da ve Sünnette İmanın Amelle İlişkisi.
Kur’an-ı Kerim’de imandan söz edilen hemen her yerde, arkasından “SALİH AMEL”in zikredilmesi, imanın bir eylem ve aksiyona dönüşmesi gerektiğine açık delildir.
“İman edip salih amel işleyenler” ifadesi onlarca yerde tekrar edilir. Sadece inanç beyanı yetmez, inanç ispat ister; bu da davranışlarla olur. Ayet açıktır:
“İnsanlar, ‘iman ettik’ demeleriyle bırakılıvereceklerini ve hiç sınanmayacaklarını mı sandılar?” (Ankebut, 2)
Bu ayet, imanın imtihandan ve fiili sınavdan geçeceğini ilan eder. Sadece sözle iman iddiası, Allah katında makbul değildir.
Münafıklığın Kaynağı: Söz ve Eylem Tutarsızlığı.
Bugün dini istismar eden, “inanıyorum” deyip en ufak bir çıkarı için yalan söyleyen, hak yiyen, hile yapan veya haramdan çekinmeyen kimselerin durumu apaçık bir münafıklıktır.
Çünkü münafıklık, inancın ağızda olup hayatta olmamasıdır.
İman iddiasının hayata yansımaması, kişiyi hem Allah katında, hem insanlık nazarında güvenilmez ve tutarsız bir karaktere sürükler. Sözünde durmayan, ahlaksızlıkta sınır tanımayan “imanlı” tiplerin çoğalması, işte bu sahte ve yüzeysel inancın sonucudur.
İman, İnsanı Değiştirir ve İnşa Eder.
Gerçek iman; insanı korkaklıktan cesarete, bencillikten fedakârlığa, kibirden tevazua, zulümden adalete, tembellikten çalışkanlığa götürür.
Çünkü inandığı Rabbine hesap vereceğini, hayatının her anında gözetildiğini ve asıl yurdunun ahiret olduğunu bilen insan, hayatını bu bilinçle tanzim eder.
İman iddiası olan ama eyleminde, ahlakında, ticaretinde, aile hayatında bunun zerresi olmayan bir adamın imanı kâğıt üstündedir.
Sonuç: İman Yaşanırsa İmandır.
Özetle; iman lafla, iddiayla, hamasi söylemlerle var olmaz.
Gerçek iman, insanı değiştiren, dönüştüren ve onu daha adil, ahlaklı, dürüst, fedakâr bir insan haline getiren bir ateştir.
İmanın eyleme yansımadığı bir yerde iman konuşulamaz, sadece kendini kandırmak ve sahtekârlık olur.
O yüzden, “İmanın ispatı ameldir, hakikati ise kişinin hayatında ve davranışlarında tezahür etmelidir.”
Sözde kalan, yaşanmayan bir iman, sahibine de topluma da bir fayda getirmez. (Gökhan Dihkan’dan iktibas)