İslam Dünyası Adlı Bir Hayal: Kınama Bildirileri ve Perde Arkası İşbirlikleri

​ İsrail'in Gazze'ye yönelik orantısız güç kullanımını takiben Katar'a düzenlediği saldırı sonrası, 57 İslam ülkesini bir araya getiren İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) ve Arap Birliği'nin ortak zirvesinden çıkan sonuç, kimseyi şaşırtmadı: Kınama, uluslararası topluma acil eylem çağrısı ve bolca retorik.

Ancak bu toplantının katılımcı profili ve sahada yaşanan gerçeklikler, "İslam dünyası" olarak adlandırılan yapının bir birliktelikten ne kadar uzak, hatta bir yanılsamadan ibaret olduğunu gözler önüne seriyor.

Bu zirve, bir kez daha, parçalanmışlığın, ikiyüzlülüğün ve eylemsizliğin hazin bir tiyatrosuydu.

​ Toplantı masasında, İsrail'e karşı en sert ifadeleri kullanan ülkelerin yanı başında, çok değil birkaç ay önce İran'ın füzelerine karşı İsrail'i korumak için hava savunma sistemlerini devreye sokan Ürdün de oturuyordu.

İsrail'in bir Müslüman ülkeyi hedef almasına askeri ve lojistik destek sağlayan Mısır, normalleşme anlaşmalarıyla Tel Aviv ile bahar havası yaşayan Birleşik Arap Emirlikleri ve diğer Körfez ülkeleri de oradaydı.

Bu tablo, trajikomik bir şekilde, İsrail'in en yakın bölgesel işbirlikçilerinin, ona karşı "yaptırım" konuşmak üzere bir araya gelmesinden başka bir anlama gelmiyordu.

​ Bu durum, kırk yıldır tekrarlanan bir senaryonun son perdesidir.

İslam ülkeleri, her krizde toplanır, sert ve cafcaflı bildiriler yayınlar ve ardından hiçbir somut adım atmadan dağılırlar.

Çünkü bu ülkelerin birçoğu, Allah'ın kendilerine bahşettiği devasa yeraltı zenginliklerini, halklarının refahı ve yaşanabilir toplumlar inşa etmek yerine; şatafat, gösteriş ve Batılı güçlerin siyasi ajandalarına hizmet etmek için hoyratça harcamıştır.

Kendi içlerinde adalet, liyakat ve üretim ekonomisi yaratamayan rejimlerin, dışarıda birleşerek ortak bir irade ortaya koyması beklenemez.

Onlar için Filistin davası, iç kamuoyunu kontrol altında tutmak için kullanılan bir araçtan, İsrail ile işbirliği ise iktidarlarını sürdürmenin bir garantisinden ibarettir.

​ Bu parçalanmışlık, İsrail'e uluslararası arenada eşi benzeri görülmemiş bir hareket alanı açmaktadır.

Öyle ki, İsrail'in cüretkarlığı artık sadece bölgeyle sınırlı değil, küresel bir boyut kazanmış durumdadır.

Geçmişte her adımında Washington'un onayını arayan İsrail, bugün neredeyse Amerika'yı dahi parmağında oynatan bir güce dönüşmüştür.

Batı dünyası, İsrail'in karşısında adeta bir akıl tutulması yaşamaktadır.

İngiltere Başbakanı, "İsrail'i boykotla suçlayamayız" diyerek önceki sözlerinden geri adım atarken, Fransa gibi ülkeler Filistin'i tanıma kararlarını "şimdilik askıya aldıklarını" duyurmaktadır.

Amerika'dan Almanya'ya, tüm Batı başkentleri, geçmişte Washington'dan çekindikleri kadar bugün Tel Aviv'den çekinir hale gelmiştir. İsrail, tüm dünyaya adeta "Patron benim" mesajını vermektedir.

​ Bu denklemde en acı olan ise, sesini çıkarması beklenenlerin derin bir sessizliğe ve ihanete gömülmüş olmasıdır.

Onlar, kendi halklarını baskı altında tutan, ülkelerini 50 yıldır İsrail'in ve arkasındaki küresel güçlerin yemi haline getiren işbirlikçilerdir.

Dolayısıyla, 57 İslam ülkesinin bir araya gelmesi, bir İsrail'in diplomatik, askeri ve siyasi gücü karşısında hiçbir anlam ifade etmemektedir.

Ortada bir "İslam dünyası" yoktur; çıkarları İsrail ile örtüşen, halklarından kopuk rejimler ve onların kınamaktan öteye geçemeyen acizliğinden oluşan bir topluluk vardır.

Ve bu topluluk, eylemsizliğiyle, Filistin'de yaşanan trajedinin en büyük ortaklarından biri olmaya devam etmektedir. (G. Dihkan paylaşımından alıntıdır)

YAZARIN NOTU: Baştan sona katıldığım ve katıldığım için köşeme aldığım bu yazıda, tek katılmadığım husus, DİRENİŞ CEPHESİNDE YER ALAN SINIRLI SAYIDA ÜLKE, DEVLET HARİÇ, geri kalanına “İSLAM DÜNYASI” değil de, “HALKI MÜSLÜMAN AMA İDARELERİ KIRALLIK, MONARŞİ, OLİGARŞI YA DA DEMOKRATİK KIRALLIKLAR” denmesinin daha uygun olacağıdır.

Zira, bu ülke yönetimlerinin İSLAM ilke uzaktan yakından zerre kadar ilişkisi yoktur.

İslam’ın, Şeriatın öngördüğü ilkelerin hiçbiri bu ülke yönetimlerinde yürürlükte olmayıp, tamamen ABD ve İzrail çıkarlarına ve kendi saltanatlarının devamına yönelik, adaletten tamamen soyutlanmış, kendi halkına zalim bir yönetime ve despot kırallıklardan başka bir şey değillerdir.

Hepsi emperyalizmin ve küresel ziyonizmin kukla yönetimleri, despotik vahşi kapitalist sömürge ülke yönetimleridir.

Kaynak: YENİ SAKARYA GAZETESİ