Şu darbe ve ‘’ darbeciler’’ meselesinin seyrine bakınız! Ve ‘’adaletin işleyişine!’’
                    Bir zamanlar neydi, şimdi ne oldu?
                    Televizyonlar bas bas bağırıyor, darbeye teşebbüsten ‘şu tutuklandı, bu tutuklandı’ haberleri ayyuka çıkıyor, kahve de, ev de, yol da iz de hep bu konuşuluyordu.
                    Askeriye günah keçisi olmuş, subaylar sokağa saçılmış, itibar yerle yeksan edilmişti. Sadece askerler değil, gazeteciler, yazarlar ve benzeri birçok insan.
                    Generallere kadar iş uzanmış, cezaevleri komutanlarla dolmuş, ordu da komuta edecek kimse kalmamıştı.
                    Sn. Başbakan dahi;‘’Ordumuza komuta edecek kumandan kalmadı.’’siteminde  bile bulunmuştu. Yargı gizliliği kalmamış, her şey pazara saçılmıştı.
                   Kozmik odalara kadar girilmiş, kurumlar hallaç pamuğu gibi atılmıştı.
                   Mahkemeler; her gün yeni bir soruşturma, yeni bir dalga ve baskınlarla, yeni yeni isimleri sorguluyor, tutukluyor, içeri tıkıyor, Balyoz, Ayışığı, v.s  isimleri çokça zikrediliyordu.
                   Bütün bunları halk yığınları izliyor ve ‘’ vay bee’’ diyor, inanıyor, lanetliyordu.
                   Kora halinde ‘’ vurun abalıya ‘’ deniyor, hiçbir şüpheye, ihtiyata ve tedbire ihtiyaç duymuyor, duyulmuyordu. Geçmiş darbeler hatırlanıyor, o öfke ile olaylara bakılıyordu.
                  ‘’Bizimkiler, bizim televizyonlar, bizim cerideler, kısaca bizden olan basın! söyledi ve yazdıysa doğrudur.’’ İnanç ve anlayışıyla hareket ediliyor, kuşkuya yer verilmiyordu.
                   Hele bizim parti, bizim siyasiler, bizim ceride ve yazarlar dediyse, ‘’ yüzde yüz’’ doğruydu!
                   Bizimkiler ‘’savcı,’’ diğerleri de ‘’ avukat’’ olmuştu!!!
                   Ya tam karşısında, ya da tam yanında bir durum vardı. Arada olmak bile, karşıdakilerden olmak gibi bir şeydi. İhtiyat ve tedbir payı bırakılmamıştı.
                    Darbecileri savunanlar; ‘’ karşıt, sıtatükocu ve hain’’ idi. Arada duranlar, ihtiyatla yaklaşanlar, rezerv koyanlar bile, karşıtlardan sayılıyor, aynı yaftaya tabi tutuluyorlardı.
                    İslami hassasiyeti olup ta; ‘’yahu bir durun,bir bütün olarak ordumuz zayıflatılmasın, yıpratılmasın, ordu tasfiye edilmesin’’ diyenlere bile ulusalcı ve sıtatükocu deniyor, hainlerle iş birliği yapmakla suçlanıyor,marjinal gruplarla eşitleniyordu.
                    ‘’Tutukluluk süresi uzun, tutuksuz yargılansınlar’’ diyenlere; ’’çıkarlarsa delilleri karartır , yok eder ,yurt dışına kaçar veya organize olurlar’’ deniyordu.
                   Ya da ; ’’bırak yatsınlar, onların yaptıkları karşısında bu hiç bile ‘’ iddiası gerekçe olarak sunuluyor ‘’hukuk’’ hatırlanmıyordu!
                   ‘’İspat edilene kadar suçsuzluk karinesi ‘’ gözetilmiyor, çifte  sıtandart  hoyratça sergileniyordu.
                   Tutuksuz yargılamayı en çok savunanlardan biride bendenizdim. Uzun tutuklu yargılama süresi içime sinmiyor, vicdanımda yer bulmuyordu.
                   ‘’Onlar zulmetti, biz etmemeliyiz. Biz adil ve adaletli olmalıyız. Müslüman tavrı ve adaletini göstermeli ve uygulamalıyız’’ düşüncesinden yanaydım.
                   En yakın  kardeşlerimiz bile böyle düşünmüyor, karşı çıkıyor ve tenkit ediyorlardı. İslami hassasiyetler öfkeye kurban ediliyor, İslam’ın adalete verdiği önem unutuluyordu.
                  Şimdi ne oldu? Hepsi tahliye edildi!
                  Bir kısım mahkemelerimiz yıllarca içerde tuttu, bir  başkası ise serbest bıraktı. ‘’Aldatıldık, yanıltıldık’’ denmeye başlandı. Suç başka yerlere yüklendi. Dün ‘ak’ dediklerimiz ‘kara’ oldu. ‘Kara’ dediklerimiz de ‘ak’.Esasen olması gereken bu idi. Tutuksuz yargılama. Daha doğrusu; en az tutukluluk süresi ile yargılama.
                  Şimdi soruyoruz, herkes soruyor.  Bu mu adalet ,bu mu adaletimiz?  28 Şubat’ta ve tüm darbelerde çok kötü sınav veren adaletimiz, şimdi de güven vermiyor, veremiyor.
                  Ve bu adaletle nereye kadar?
                  Son kalemiz, son güvencemiz, esasen tek güvencemiz ‘’adalet’’ bu mu?
                  Nasıl güvenelim, nasıl inanalım? Kime inanalım, kime güvenelim?
                  Soru işaretleri bununla da bitmiyor.
                  Tahliye edilenler tümüyle masum mu?
                  Ona da inanamıyoruz, kimse inanamıyor.
                  Ama kesin inandığımız odur ki;’’ yargılama süresi olabildiğince kısa, tutukluluk süresi en az ve tutuksuz yargılama esas olmalı’’ diyoruz.
                 ‘’Adil ve adaletli yargı, adaletli insanlar’’olalım diyor ve istiyoruz.
                 ‘’Orduyu yıpratmayalım, içinde suçlular varsa tereyağından kıl çeker gibi çekip alalım, çarşıya pazara, ayak altına sermeyelim’’ diyorduk, demeye devam ediyoruz.
                 Şimdi onlar haklımıydı haksız mıydı? Darbe var mıydı yok muydu?
                 Bütün bunlar soru olmaya devam ediyor.Kesin olan bir şey yok ve hiç kimse bu işten bir şey anlamadı!
                 KESİN  OLAN VE TAM MANASIYLA ANLAŞILAN TEK  BİR ŞEY VAR. O da; tam bağımsız ve ‘mutlak adaletin’ sağlanması, adalette zerre kadar şüpheye meydan vermeyecek ‘’ ADİL BİR  YARGI’’ sisteminin  oluşturulmasıdır.
                Buna hava ve su kadar ihtiyacımız var. En önce çözülmesi gereken sorunumuz da budur. Adaletten daha öncelikli bir kavram ve kurum olamaz, olmamalı. 
                İLLA  ADALET, İLLA  ADALET. ‘’Ömer adaleti.’’  Olmazsa olmazımız.