Yazar Fahri Tuna ile Edebiyat Söyleşisi: ‘Misyonum: Türkçeyi Yaşamak ve Yaşatmak’

Aysel Gedik (Mersin)

1.Üç cümle ile Fahri Tuna kimdir?

Yazar amca. Kırk yıldır yazmaya bıkmayan amca. Yazmayı ve yazdırmayı hayatının mihveri saymış, Edirne’den Van’a, atölye atölye, yazı yazı, paragraf paragraf… Genç yetenekleri keşfedip, onlar da yazar olsunlar diye çırpınan, bin yıl önce Hoca Ahmed Yesevi’nin ocağından tütmeye başlayan kutlu Türkçenin sevdalısı yazar amca.

2.Sizi kim keşfetti? Kendi kendiniz mi biri mi?                                                                                                  

  On dört yaşındaydım. Edebiyat öğretmenimiz Kemal Özdemir (Kof Kemal), hepimize bir hikâye yazdırttı, derste, kâğıtları topladı. Ertesi ders beni tahtaya kaldırtıp okuttu ve sınıfa dönüp ‘bu sınıftan bir yazar yetişiyor, arkadaşlar; haberiniz olsun’ dedi ve okumam gereken kitapları söyledi. İlk keşfedilişim böyle. İkinci keşfedilişim, üniversite ikideyken İhvan Kitabevi’nde Özdeyiş yazarı                      M. Selahaddin Şimşek tarafından oldu. Üçüncü keşfedilişim ise, 27-28 yaşlarındayken yerel bir gazetede her hafta söyleşiler yapıyor, her söyleşinin başına da üçer beşer cümle takdim yazısı yazıyordum. Bunları okuyan Selahaddin Şimşek Ağabey ‘sende portre ve biyografi yeteneği var Fahri’ deyip bana bir takım kitaplar getirtmesi ve okutmasıyla oldu.

3.Biyografi, portre, deneme, araştırma, söyleşi, sözlük. Değişik alanlarda eserler vermişsiniz. Siz kendinizi bunlardan hangisi olarak tanımlıyorsunuz?                                                                                            

  Ben aslında kendimi sadece ‘yazar’ olarak nitelendirmekteyim. Ama ulusal dergilerde 100’ü aşkın şehir, 300’ü aşkın da insan portrelerim yayımlandığından, ‘portre yazarı Fahri Tuna’ unvanı üzerime yapıştı kaldı. Şikâyetim de yok bundan. Halbuki yirmi beş kitabımın sadece beşi portre kitabı. On üçü de biyografi mesela.

4. Biyografi ve portre kitaplarınız var. Hangisi daha zor?                                                                              

  İki de zor değil. Yakın gibi görünen, çok farklı alanlar. Bir teşbih yapayım: Biyografi roman, portre öykü kitabı gibidir. Roman, bir aktör (merkez şahıs), onun etrafında yan roller, daha çok olaylarla ilerleyen, aksiyon ağırlıklıdır ya. Biyografi de böyle. Tek kişinin hayatını anlatıyorsunuz. Ama portrede, bir A4 uzunluğunda bir kişiyi yazacaksınız. Özetin özeti. Özün özü. Sıkıştırılmış olacak. Bir kitapta, yirmi otuz hatta kırk farklı kişiyi anlatacaksınız. Biyografide olaylar ön planda, portrede şiirsel imgesel akıcı vurgulu bir dil ve teşhisler, diyebilirim.

5.Deneme soğuk bir tür. Yazıyı nasıl yumuşatıyorsunuz? Denemede yazacak konu bulmakta zorlanıyor musunuz?                                                                                                                                           

  Doğru bir soru. Denemeyi eczaneden alınan ilaca/hapa benzetirim ben hep. Isıtmanın, yumuşatmanın yollarını geliştirdim kendimce; şiirsel, imgesel, yalın, akıcı bir dil, arada anı anekdotlarla örülü, sayfada bir de ironiler katarak, çarpıcı başlık, giriş ve final cümleleri kullanmaya çalışıyorum. Konu bulma hususuna gelince; Türkiye’m, benim cennet memleketim, yazacak konu bakımından o kadar zengin ki… Ne kıtlığı. Ayrıca Şair Ercan Yılmaz’ın bir sözü vardır: ‘Fahri abiye bir kelime söyleyin; o size o konuda yarım saate bir makale yazabilir, sekiz tane de anı anekdot fıkra anlatabilir.’ Allah vergisi diyelim. Buna tecrübeyi de ekleyelim.

6.Kitaplarınızı yazarken başlık seçmekte neye dikkat edersiniz?                                                                        Gençken, ilk yıllarda biraz zorlanırdım, evet. Son on beş senedir onlar gelip beni buluyorlar zaten. Kısa (mümkünse iki kelime), özgün, hatırda kalıcı, merak uyandırıcı, olumlu çağrışım yapıcı başlıkları tercih ediyorum, daha çok. Birkaç kitap ismimi örnek vereyim: Kırklanmış Portreler, Külliyen, Kırk Şehir Portresi, Kırk Güzel İnsan, Yaşa’yan Portreler, Kırkikindi.

7.Bir yazar için okumak önemli mi? Kaleminizi besleyen beş yazar / beş kitap ismi alabilir miyiz?                                                                                                                                                             

Yeteneğiniz yoksa beş bin kitap da okusanız yazar olmazsınız. Ben buna inanıyorum. Ama okumadan hiç yazar olamazsınız. Okumak bir yazarın enerjisidir, yakıtı hükmündedir. Kendi alanını ve iyi metinleri mutlaka yakından takip etmelidir. Beğendiğim çok yazar ve kitap var da. İlk beşi yazayım hadi: 1.Necip Fazıl, ‘Çile’, 2.Cemil Meriç, ‘Bu Ülke’, 3.Fethi Gemuhluoğlu, ‘Dostluk Üzerine’, 4.Mithat Cemal Kuntay, ‘Mehmet Âkif’, 5.Cemal Süreya, ’99 Yüz.’

8 .Tyb ve Eskader'den ödüller aldığınızı biliyoruz. Ödüller sizi nasıl etkiledi?                                   

Olumlu. Fark edilmek güzel. Ama daha çok sorumluluk yüklüyor. Daha fazla ve iyi yazmamızı gerektiriyor. Mesela son (2022 Eskader Yılın Portre Yazarı) ödülden sonra, portre kitabımın üçlenmesi, birkaç yıl içinde, ta Türkistan şehrinden Bosna’ya kadar… Hoca Ahmed Yesevi, Taptuk Emre, Yunus Emre, Ahi Evran, Şeyh Edebalı, Hacı Bayram Veli, Hacı Bektaş Veli, Nasreddin Hoca, Karacaoğlan, Dadaloğlu, Nesimi… Âşık Veysel’den Neşet Ertaş’a. Bizi Biz Yapanlar’ı yazmak ve kitaplaştırmak, vacip hükmündedir bana. İşte bütün bu zahmet, aldığım ödül(ler) yüzünden…   

9.144 sayı, üç ayrı dergide (Irmak, Abbara, Balkan Türküsü) yayın yönetmenliği yapmışsınız. Taşrada edebiyat dergiciliği yapmanın zorlukları nelerdir?                                                                                                                    

Dergicilik zaten zor da. Taşrada çok daha zor. Herkes en zor tarafın mali boyut olduğunu sanır. Doğrudur da. Hadi parayı buldunuz diyelim? Ya sürekli yazacak kaliteli yazı ve onu organize edecek iyi ekip. İyi şiir, iyi öykü, iyi deneme, iyi portre, iyi söyleşi, iyi tahlil… Bunları her ay bulmak kolay mı sanıyorsunuz. Üstelik birçok şair-yazar, bir iki sene sonra doyuma ulaşıp gevşiyor, yeni şeyler de üretemiyor. Şükür başardık ama. On dört sene kadar. Her ay dergi çıkartmak... çok sayıda yazar arkadaşımın katkılarıyla elbette. Dergilerim çocuklarım gibidir benim. O gözle baktım hep. Ondan sürdürebildim.

10.Günümüz yazar ve şairlerinin dil kullanımlarına yorumunuz nedir? Kendilerini geliştirmeleri için önerileriniz nelerdir?           Çok iyi kullananlar da var, özensiz Türkçe kullanımları da. Türkçemiz namusumuz bizim. Onurumuz. Ses bayrağımız. Varlığımız. Zenginliğimiz. Her şeyimiz. Dil olmasa edebiyat olur mu? Dili geliştirmenin birinci yolu, üst düzey, iyi metinler okumak. Üslup sahibi yazarları okumak. Adeta içselleştirmek. Çok okuya çok yaza, kendimize has bir üslup oluşturmak. Ve sabırla. Acele etmeden.

11. Son on altı yılda, on dört ayrı şehirde, 82 ayrı yerde, yazarlık dersleri verdiğinizi biliyoruz. Yazarlık okullarının faydasına inanıyor musunuz?                                                                                         

Bu alanda A. Ali Ural yirmi bir senedir dersler veriyor. Ben de on altı sene ile ülkemizdeki en tecrübeli isimlerden biriyim, zannediyorum. Öncelikle söylemeliyim ki, kimse kimseyi yazar yapamaz. Yazarlık okulları, yazar üretme mekânları değildir. Ancak, zaten ileride yazar olacak yetenekleri bulup, onları sağlıklı yönlendirme, deneyim aktarımı, işin kolaylık ve püf noktalarını paylaşma… Kısacası on yılda, zorlanarak alacakları mesafeyi, üç dört yıla indirgeme mekânlarıdır. Bu bağlamda kesinlikle faydasına inanıyorum. Yoksa Tarsus’tan Aksaray’a, Çankırı’dan Yalova’ya, Akhisar’dan Bolu’ya, Kocaeli’den İstanbul’a, Van’a, Edirne’ye, Sakarya’dan Keşan’a, Zonguldak’tan Bilecik’e… Üstelik elli yaşımdan sonra. Faydasına inanmasam, gelişmelerini görmesem, ne işim var oralarda benim; özetle kesinlikle faydalı buluyorum. Bir nevi yol arkadaşlığı ama fabrikasyon yazar üretimi değil.

12. Şu an olduğunuz konumdan memnun musunuz? 'Henüz şunu yapmadım' dediğiniz bir hedefiniz var mı?                                                                                                                                                                 

Altmış yaşıma girdiğim ay, Ihlamur Dergisi, 120 sayfalık bir Fahri Tuna Özel Sayısı yayımlamıştı. Sekiz ülkeden kırk üç yazara da beni yazdırtmıştı. O sayıda yazı yazan ve dergiyi eline alıp inceleyen Yazar Cihat Zafer, ‘Fahri Abi, mühendis adamsın. Edebiyata verdiğin emeği ticarete verseydin, kırk dükkânlık bir işhanın, onlarca lüks dairen olabilirdi. Pişman mısın, değil misin?’ diye sormuştu da ben de ‘Hiç pişman değilim, kırk kere daha dünyaya gelsem, yine yazar olmak isterdim’ demiştim. Altmış beş yaşındayım. Rabbim 25 kitap, 144 sayılık üç edebiyat dergisi, dört edebiyat ödülü nasip etti. Edebiyat sayesinde 23 ülke 130 şehir gördüm. Popüler bir alan olmasa da saygı duyulan bir alan yazarlık. Çok şükür. Kalan ömrüm, ne kadar; bilemiyorum. (Allah’ın işine de karışmıyorum.) Sağ olduğum sürece de yazmaya, yazdırtmaya, paylaşmaya devam etmek istiyorum. Misyonumuz belli bizim: Türkçeyi yaşamak ve yaşatmak. İyilik ve merhameti yaymak. Zira dünyayı güzellik kurtaracak. Yürekten inanıyorum ben buna.

13. Mutlaka okunmalı dediğiniz bir kitabı önerebilir misiniz?                                                                       

  On, yirmi kitap deseydiniz, işim daha kolaydı. Ama her Türk entelektüelinin, mutlaka okuması gereken, benim de düşünce ve ruh dünyamı değiştiren kitap, Cemil Meriç’in ‘Bu Ülke’sidir. ‘Bu Ülke’yi okumadan, bu ülkeyi anlamak mümkün değildir, kanaatindeyim.

14. Biz genç yazar adaylarına neler önerirsiniz?                                                                                     

Yazma yeteneğiniz tespit edildikten sonra, iyi bir usta ile temasa geçerek, - şiir mi öykü mü roman mı deneme mi biyografi-portre mi -, hangi alanda yeteneği olduğunu belirletsinler. Ardından da o türün en iyi örneklerini, - sağ sol, yerli yabancı ayırmadan - çok titiz bir şekilde okusunlar. Ama içselleştirerek. Çok kitap değil, iyi kitapları, iyi okusunlar. (İnsan gençken az okuyup çok yazıyor gerçekten. Hep öyleydik maalesef.) Sabırlı okuyarak, düşünerek, sentezler yaparak, yavaş yavaş yazsınlar. Hiç acele etmesinler. Taşra kompleksine de kapılmasınlar. İyi yazılar / iyi yazarlar, mutlaka bir gün kabul edileceklerdir. Yazdıklarını, yılmadan usanmadan aylık dergilere göndersinler. O dergilerin editörlerine kulak kesilsinler. Mutlaka üç dört edebiyat dergisi takip etsinler. Sabırla koruk helva olacak; bunu görecekler...

15. Siz mühendis yani sayısalcısınız. Bu durum yazarlıkta avantaj mı yoksa dezavantaj mı?

Bence avantaj. Çünkü edebiyatı iyi bilip de iyi metinler yazan çok az akademisyen var. Ben yazılarımda da yazarlık derslerimde de dergiciliğimde de edebiyat organizasyonlarımda da mühendis olmamın çok faydasını gördüm, görüyorum. Zaten bunu fark edenler bana ‘kültür mühendisi’ / ‘edebiyat mühendisi’ adını taktılar.

16. Son sorum Fahri Bey; yazmak/yazarlık sizin için neyi ifade ediyor?                                                   

Hayatımı. Var olduğumu. İliklerime kadar benliğimi. ‘Bu dünyadan bir Fahri Tuna da geçti’ dedirtmeyi. Kibrini değil ama var olmanın onurunu. Zaten ürettiğim vecize de malum: Yazıyorsanız varsınız, yoksa yoksunuz! Böyledir. Aynen böyle. Bihakkın hem de. Hepimiz için.