Türkiye siyasetinin son elli yıllık seyrini, bağımsız ve tarafsız bir gözle, 

                       Taraf olurken bile tarafsız ve hepsine adaletle bakan bir insan olarak, bu kadar kutuplaşma ve ayrışmayı, 

                      Bir 1980 öncesi, o kardeşin kardeşe kırdırıldığı karanlık yıllarda, bir de şimdi görmüş bulunmaktayım. 

                     Türkiye siyaseti hep kutuplaşma üzerine bina edilmiş, partiler hep kutuplaşmanın merkezinde yer almış, hizip başı olmuş, oy tabanı kutuplaşma ile oluşturulmuş ve tutulmuştur. 

                     Ancak bu kadar aşırısı, baştan söylediğim gibi bu iki dönemde tavan yapmış, akıl, vicdan ve izan sınırlarını aşmıştır. 

                    Kutuplaşmanın temel argümanı olarak ta, yalan, fitne, fesat, iftira, karalama, algı, abartma, saptırma, manipülasyon, dezenformasyon, nefret dili, ötekileştirme, düşmanlaştırma, ayrıştırma ve BÖLME etkin bir şekilde kullanılmış, 

                   DİN, SOY/KÖKEN/ASABİYET, VATAN ve DEVLET BEKASI, DERİN DEVLET, DIŞ GÜÇ TEHDİTİ ve her türlü değerlerimiz malzeme edilmiştir. 

                 Bunların bir kısmı ve belki de hepsi, bir ölçüde doğru gerekçeler idi. 

                 Ancak, samimiyetten ziyade, oy unsuru ve tabanı tutma amacına matuf olarak, olduğundan kat be kat fazla büyütülmüş, 

                 Her biri tehdit altında uhdeler olarak, siyasi maksatlara alet edilmiş, kullanılmıştır. 

                 Geldiğimiz noktada siyaset, kutuplaşma ve onunda ötesinde siyasi savaşa evrilmiş görülmekte, 

                  Partilerin geleceği, ülke, millet ve devlet geleceği haline getirilmiş, hatta, parti hassasiyeti çok çok daha öne geçirilmiştir. 

                  Partiler, yasal olarak, kanuni yapılanma olarak olmasa bile, inanç ve bağlılık bakımından, tarikat ve cemaat, üye ve bağlıları da mürit gibi bir işleyişe dönüşmüş, 

                   Parti başkanları da şeyh konumuna oturtulmuş, “ne yaparsa bir hikmeti vardır” sapkın tarikat anlayış ve inancına benzeşmiştir. 

                   Yine yozlaşmış tasavvuf anlayışında olduğu gibi, üye bağlıların akılları devre dışı bırakılmış, kiraya verilmiştir. 

                     Bütün bunlar bilerek, maksatlı ve parti yararı için yapılmış, oy devşirmeye hedefine malzeme edilmiştir. 

                     Şüphesiz tümüyle böyledir demiyor, her zaman olduğu gibi toptan ret ve toptan kabul kolaycılığı ve yanlışına sapmıyor, her zaman var olan istisnaları kabul ediyor ve ayrı tutuyoruz. 

                       Gelinen nokta da, geçmişten günümüze  bu yöntemden partiler iktidar elde etmiş, en büyük kazanan ise emperyalist ve ziyonistler ve içerdeki bölücü maşaları 

olmuş, onlar hep mevzi kazanmış ama  olan hep millete olmuş, bütün bu yanlış siyaset tarzından ülke, devlet ve halk hep zarar görerek bu günlere gelinmiştir. 

                       Bu kutuplaşma, Öylesine bir kutuplaşma ki, yıllarca aynı kulvarda yürüyenler bile ayrışmış ve parçalanmış, hususen sosyal basında, 

                        Birbirlerini tekfir eder duruma gelmiş, dinden imandan çıkarmış, terörist yandaşı etmiş, akılsız, vicdansız ve acımasızca birbirlerine saldırır olmuşlardır. 

                        Siyasetçiler kutuplaşma, parçalanma ve bölünmeyi öylesine körüklemiş, öylesine işlemiş ki, “rakip taraf ne kadar parçalı olursa, ne kadar karalanır ve tekfir edilirse, kendi galibiyet ve iktidarı o kadar kolaylaşmış, güçlenmiş ve garantilenmiş olacaktır” pilanı ve hedefinin ana ekseni haline getirilmiştir. 

                            Kısaca parti menfaatleri, her türlü değer yargılarımızın, ülke ve millet menfaatinin önüne geçmiş,  

                            Parti kazanım ve iktidarı, hayat memat meselesi olarak takdim edilmiş, milyonlar buna inandırılmıştır. 

                          Kutuplaşma öyle bir hale getirildi ki, küçük büyüğü, genç yaşlıyı, eğitimsizi eğitimliyi, bilgisiz bilgiliyi, tecrübesiz tecrübeliyi dinlemez, söylediklerine itibar etmez, 

                         Gözlerini, kulaklarını, aklını ve vicdanını karşıt gördüklerine kapatmış, 

                         Hatta, ilk mektebi bile zor bitirmiş, hayatında bir kitap okumamış, bir konferans ya da bir panele katılıp dinlememiş şahsiyetler bile, 

                         Her şeyi bilir, herkesten iyi bilir, kendini aydından çok daha aydın, bilgili, ferasetli ve faziletli görür hale gelmiş, 

                         İlkokul müktesebatında olanlar bile akademik kariyer sahiplerine bilgiçlik taslamaya, bilgi vermeye başlamıştır. 

                         Hepsinden daha vahim olanı da; kendi görüş ve partisini dinin yerine oturtmuş, dışında kalanları din dışı olarak görmeye ve tekfir etmeye başlamış, 

                          Kendi inandığı, daha doğrusu inandırıldığı partisi dışındakileri hain, terörist ya da terör işbirlikçisi, dış güçlerin maşası olarak yaftalamış ve buna gönülden de inandırılmıştır. 

                          Bu gidişatı izleyen gerçek düşmanlar, emperyalist ve ziyonistler ise, 

                          Pusuda beklemekte, ellerini ovuşturmakta, bize gülmekte ve büyük bir memnuniyetle; “Bizim bir şey yapmamıza, tek bir taş atmamıza, bir kuruş bile harcamamıza, tek bir can bile vermemize gerek yok, bunlar birbirilerini yiyip bitiriyor, bütün enerjilerini bize değil, birbirlerine harcıyor, kendi içlerinde tüketiyorlar” diyerek, elbette bayram ediyorlardır. 

                         Çözüm ve acilen, çok çok acilen yapmamız gereken, bu süfli politikadan, bu hastalıklı particilikten behemehal vazgeçip, 

                         Partiler birbirini düşman değil, sadece rakip hatta yarışmacı görmeli, particiliği ülkeye ve millete hizmet aracı olarak algılamalı, fikirler ve hizmet pırojeleri yarıştırılmalıdır. 

                          Birlik ve beraberliği, kardeşlik ve barışı esas tutmalı, her türlü değer ve ülke yararı ortak payda olmalı, ortak paydalar partiler üstü tutulmalı, siyasi malzeme, siyasete paspas edilmemelidir. 

                          ADALET, AHLAK, DOĞRULUK VE DÜRÜSTLÜK SİYASETİN VAZGEÇİLMEZLERİ OLMALI, ADALETSİZLİĞE, HAKSIZLIK VE HUKUKSUZLUĞA, AHLAKSIZLIĞA, HER TÜRLÜ SAHTEKARLIK, HİLE VE DESİSEYE YER VERİLMEMELİDİR. 

                         Tarihte kaç devlet yıkıp ve kurduğumuz, etrafımızda olanlar, Filistin, Afganistan, Bosna, Irak, D. Türkistan, Karabağ, Kıbrıs, Arakan, Suriye, Libya, Yemen, Mısır, halen Ukrayna ve yıllardır Afrika da olanlar, yakın geçmişte Osmanlıya yapılanlar, İstiklal savaşı ve Çanakkale de yaşadıklarımız, 

                         Emperyalist ve ziyonistlerin yaptıkları bunca mezalimler, ibret olarak bize fazlasıyla yetmelidir.