Kosova denilince dört şey vardır benim aklımda: O var olduğu sürece kalbimizin bir tarafının daima orada olacağı, ovanın ortasındaki Sultan I. Murad Hüdavendigar Türbesi, kâtipler şehri Priştina, şairler şehri Prizren ve adeta Balkanlar’da unutulmuş, Anadolu’dan daha Anadolu, adeta Türkiye ile birlikte enfes alıp veren Mamuşa.

Prizren, dilleri, sokakları, gönülleri gül kokulu bir şehirdir Şar Dağı eteklerinde. Batı’daki, Balkanlar’daki son Türk şehri, son Türkçe şehri, son Türkler şehri. Belki inanmayacaksınız bilirim, ‘abartıyorsun Fahri’ dediğinizi duyar gibiyim; hayır, on kere yüz kere bin kere hayır; Prizren bugün yani iki bin on altı yılı bir ekim cumartesi itibarıyla hâlâ sokaklarında çarşılarında dükkânlarında camilerinde herkesin Türkçe konuştuğu yüz on bin nüfuslu bir şehirdir.

Ve unutulmasın altı asırdır Balkanlar’da yaşayan herkesin bildiği yazılı olmayan sosyolojik bir kanun vardır: Türkçe bir medeniyet dilidir, şehirlilik dilidir; hangi ırktan olursanız olunuz, Türkçe biliyorsunuz şehirli yani medenî kabul edilirsiniz. Bu şuuraltının bu güzelliğin bu uygulamanın hala yaşanıldığı yaşatıldığı yaşandığı şehrin adıdır işte Prizren. Türk sayısı şehrin nüfusunun onda biri olsa da, herkesin Türkçe bildiği anladığı konuştuğu şehir.

Bugünün Prizren’in de, benim kalbimde gönlümde dimağımda yeri olan en az on bin güzel insan var. Bu yazımda onları temsilen yedi güzel insanı anlatmak istiyorum.

Türkçenin nöbetindeki insanlar bunların hepsi de, Türkçenin nöbetini tutan kahramanlar.

Altmış yaş kuşağının temsilcisi Şair-Ressam Zeynel Beksaç, otuz yaş kuşağının temsilcisi Şair Taner Güçlütürk, yirmi yaş kuşağının temsilcisi Şair Canan Özer. 1951’den bu yana Kosova’da bir medeniyeti yaşatmak için destansı bir mücadele veren Doğruyol Kültür Derneği’nin son üç dönem başkanı İrfan Şekerci, Tahir Luma ve Bülent Emruş. Ve bir ömür Türkçe öğretmenliği yapan, Prizren’e her gelene kapılarını sofralarını gönüllerini açan karı koca Şükran- Seza Celina hocalar.

Prizren hasret demek, Prizren hicran demek, Prizren hüzün demek bir tarafıyla elbette. Beş asır İstanbul ile koyun koyuna, gönül gönüle, nefes nefese yaşayan Prizren’den, Divan edebiyatına yirmi iki şair armağan eden Prizren’den, her doğan çocuğa isminden önce ‘şair olacak diye mahlas verilen’ Prizren’den söz ediyoruz.

Sizlere anlatmak istediğim ilk kahramanım ressam ve şair Zeynel Beksaç. Yaşından saçından başından söz etmeyeceğim. Nüfus kağıdındaki yaşı altmışları aşsa da o her zaman Türkçe’nin nöbetinde on sekiz yaşında dinamik korkusuz yorulmaz bir genç. Yüz doksan sayıdır dilimizin Kosova’daki yıkılmaz sarsılmaz ayaktaki kalesi ‘Türkçem’ dergisini omuzlamış götürüyor.  Onun ‘İstanbul’la Hasbıhâl’ şiirinden bir bölüm paylaşmak istiyorum:

Hiç hesap yapmadım  / Bu kaçıncı gelişim sana bilmiyorum / Bildiğim tek şey / Yeniden kolların arasındayım İstanbul  / Biraz yorgunum ama / Neşem de buruk / Öyle garip bir hâldeyim işte.

Gönderme, bırak beni kalayım / Oturma izni isteme benden / Kadim bir dostluk bizimki / Hatırla dağlardan denize indirilen / Bir gemi de bendim / Senin anlayacağın / Fatih’ten beri adımlarım sokaklarında

Bırak bir tepe de ben olayım sende ilahi şehir / Bir iftar vakti / Bir bardak soğuk su / İçeyim sofranda / Beni hemen gönderme / Bırak kalayım / Yanacaksam sende yanayım.

Martılar bilmesin hüznümü / Tedirgin olmasın Yeni Cami’de güvercinler / Süleymaniye’nin ezanları inceden inceye / Dağıtıversin dağlanan yüreğimi / Aslımı sorarsan Rumeliliyim / Kendimi bildim bileli / Dilimin nöbetindeyim / Türkçemin hapsinde elleri prangalı hem de.

Ah İstanbul / Itri’nin faslında / Bir udi de ben olayım / Bir de Prizren şivemle / Türküler yakayım bağlamamla / Bırak hasret gidereyim biraz / O kadarını da çok görme / Bir köşe bir pösteki / Ayırsın hancı / Halim pek yok ya / Mahmutpaşa’da bir hamal / Sana olan özlem yükümü / Sırtlayıversin.

Ah İstanbul! / Yakınıyorum diye sanma / Benimkisi bir hasbihal / Bak işte içimde fırtına kasırgalar /
Yağız atlar kara kışlara yol almada / Nedir, güneş mi kayıyor avuçlarımdan / Umut ovalarında seller mi kopuyor / Uzakta görünen başı karlı / Gençliğimin dağları mı / Hüzün yüklü kara bulutlar / Neyin habercisi / Söyle İstanbul / Ayrılık mı var bu işin sonunda.

Sana anlatacaklarım çok var oysa / Fokur fokur kaynayan çaydanlık gibiyim / Bir dökülebilsem /
Demim neler söyler neler / Gene de şunu bil yeter / Bunca yıl yol aldım düzde yokuşta bozkırda / Kaygım insan olabilmek / Ve sevmekti.

Ah İstanbul! / Şar Dağı eteklerinde koşan bir çocuktum ben / Körağa Sokağı’nda oyunlar oynayan /
En çok da futbola düşkün / Akşam kararmadan eve dönmek adetten değildi / Üzerine toz şeker dökülmüş ekmek dilimini / Çeşme suyuyla ıslandırır / Açlığımızı öylece geçiştirirdik / Şehrin dışında Dutluk’taki dut ziyafetini / Saat Kule, Kale, Akdere kıyılarında geçen zamanı / Ramazan Akşamları’nınrengarenkliliğini unutmak mümkün mü / Yemin billah Yakup’un babasının yaptığı tahta arabasına binmek / Yarış arabalarının zevkinden bir farkı yoktu / Ya Saat Kule boğazında / Davut Ağa’dan gizli otlukhanede çevirdiğimiz filmlere ne demeli / Senin anlayacağın sokağımız başlı başına bir Yeşilçam’dı / Mamo, Mesut, Sülo, Vayçe, Rido, Memet, Recep, Cavit gibi / Birbirinden renkli delileri vardı yaşadığım şehrin / Gel gör ki ne ettimse Rido’nun ahşap / Çocuk oyuncakları yapmasının sırrını öğrenemedim / Mamo’nun da şehri ikiye ayıran Akdere ırmağının taşlarını / Büsbütün temizlemeye ömrü yetmedi. (…)

Taner Güçlütürk yaşı otuzu henüz aşmış genç bir Prizrenli. Akademisyen, şair, cumhurbaşkanı danışmanı. Ayağı hafif aksasa da Türkçeye ülkesine insanlığa hizmeti zerre aksamayan bir edebiyat düşünce mücahidi o. ‘Dilime Yaslar Yakışmaz’ adında bir şiir kitabı yayımlandı Taner’in 2014 yılında. Hasbelkader o kitabının editörlüğünü üstlenmek de bana nasip oldu.

Bir hisli, yürek, bir yumuşak kalp, bir derin gönül Taner. Ve her zaman genç, dinç, ayakta. Onun ‘Utanırım’ şiirinden bir bölümü paylaşacağım sizinle:

‘Çiy / düşer / mısralarıma / şiirleşirim...                                

İnsanlığımı / kavramlara / böler / silikleşirim...

Yakmayın kardaşlar yakmayın zaten o yandı / Kulak verin o sokağın şairine şimdi dağlandı: /

Rumeli sokağında / Yağmura tutulur Suzi’nin dizeleri,/Bir ikindi sonrası /Türkçem sırılsıklam /

Ben yorgunum,/Bu sokakta /Divanlar kanar hüzne soyunurum,/Şemi’yi, Çelebi’yi, Lutfi’yi /Kemal’i, Akif’i, Zekeriya’yı /Yasta bulurum, /Rumeli sokağında / Çorağa durur anadilim /Rumeli sokağında /Kilit vurur edebiyatım.

Rumeli sokağında /Alıp götürürler bir çocuğun dilinden kelimeleri. /Yarınlar meçhule gebe /Umutlar şimdi sürgünde /Sessizliğe gömerler bir avuç insanın kaderini, /Türkçem yaralı /Ben vurgunum /Bir ikindi sonrası /Şiirimle isyana dururum...

Yakmayın kardaşlar yakmayın zaten ben yandım / Rumeli’de vefasızın elinden alkanlara boyandım!’

Canan Özer, tersine göçün ürünü genç bir şair. Yüz elli yıldır her facia sonrası Prizren’den İstanbul’a göçler yaşanırken, yirmi beş sene önce Prizren’e yerleşen, orada bir otomobil tamir atölyesi açan Bursalı bir anne babanın evladı.

Prizren Fen Lisesi öğrencisiyken yakaladığımız genç bir yetenek Canan. On sekiz yirmi beş yaş kuşağında ona yakın genç şairin de temsilcisi. Necip Fazıl, Abdurrahim Karakoç, Sezai Karakoç ve Organ Veli tadı var dizelerinde. İstanbul Üniversitesi’nde Türk dili ve edebiyatı öğrencisi iki senedir.

Altın kalpli, terbiyeli, naif;  bir o kadar da girişimci ve yardımsever bir genç kız Canan. Bizim evin de Ayşenur ablasından sonraki ikinci kızıdır, aramızda kalsın.

Canan Özer’in – banklarda boş kalan yanım’a- diye ithaf ettiği ‘Ayrılık Parkı’ şiirinden bir bölüm okuyalım birlikte:
‘gel benimle, / bir banka oturalım parkta. / içindeki çocuk sallasın içimdeki çocuğu. / iki yetişkin gibi konuşalım / onlar duymadan;gizli,saklı...

onlar önden yürüsün geleceğe, / biz göz kulak olalım. / bir anlığına dursun yürekler / vurmasın yüzümüze sevdayı, / biz, / sessizce ayrılığı konuşalım.

ayrıldığımızı söylemeyelim, / yine görüşürüz diye bilsinler. / son bakışta ‘’elveda’’ demeyelim ki; / yıllar sonra karşılaşınca tanırlarsa birbirini / ‘’merhaba’’ diyebilsinler.

senin yanında gamzeli bir erkek, / benim yanımda küt saçlı bir kız çocuğu. / uzaklaşırken dönüp el sallasınlar; / son kez olduğunu bilmeden birbirine. / biz dönüp bakamasak da geriye...

gel ,seninle / yürüyelim yanyana. / madem ki artık anımsın! / bari,bir banka oturalım parkta
sen hâlâ, / banklarda boş kalan yanımsın.’

Doğruyol Kültür Derneği, 1951 yılında kurulmuş bir sığınak, bir barınak, bir liman Prizrenli Türkler için. Komünizmin o yaldızlı sözlerinin ardına gizlenmiş, enternosyanellik ve özgürlük süsü altında kültürleri yok eden faşizmine karşı Türklüğün dilini türküsünü geleneği göreneğini şiirle mani ile konserlerle tiyatro ile temsillerle yaşatmış altmış beş yıldır.

Son üç başkanını yakından tanıma başkanını yakından tanıma fırsatını bulanlardanım. Güzel de türküler söyleyen İrfan Şekerci. İyi enstrüman çalması kadar fedakarlığı ve cana yakınlığı ile herkesin sevgisini kazanan Tahir Luma. Ve duruşu bakışı çalışkanlığı sakinliği ve derinliği ile ‘Prizren’i temsil ettiği her hâlinden belli olan’ son başkan Bülent Emruş.

Bu arada yeri gelmişken hemen söylemeyelim ki, Doğruyol’da başkanlık semboliktir. Orası reislik değil hemen herkesin fedakarlık sevgi ve kardeşlikle hizmet ettiği katıldığı bir güzel sosyal dergâh, bir güzel kültürel tekke, bir güzel sanatsal liman. Gözlemim o ki, herkes bir, bütün, eşit orada.

Bilenler bilir; Prizren’de hangi, Türk’ün kapısını çalsanız ardına kadar açarlar size. Gül şuruplu ikramlarda bulunurlar; Prizren’in o dilleri kadar tatlı yöresel yemekleri ile donatırlar sofrayı hemen.

Bu aileleri temsilen karı koca Celina’lardan söz edeceğim size. Yaşları altmışı geçmiş bir güzel çift Şükran Abla ve Seza Enişte. Türkçe öğretmeni ikisi de. Kırk yılı aşkın süredir çalışmışlar; ömürlerini iki şeye hasretmişler: Prizren’de Türkçenin yaşatılması ve Prizren’e gelen her misafirin gelenek göreneklerimiz çerçevesinde ağırlanması. Bu bağlamda sofralarından hiç misafir eksik olmaz; bir sabah Edirne Valisi Hasan Duruer ve heyetini ağırlarlar, başka bir akşam Sakarya Üniversitesi’nden üç akademisyeni. Günler aylar yıllar hep böyle geçer. Şükran Abla’nın marifetli ve maharetli ellerinden çıkan nefis ve lezzetli yemeklerden çok, insanın içini ısıtan, konuştukça beş yıl eskiye götüren bir çift Celina’lar. Onlar kendilerini insana, insanlığa, insanlara adamış bir özel, güzel, tüzel kahramanlar. Çok seviyoruz onları.

Benim gözümde her birisi ayrı kahraman, ayrı güzel insan olan Prizren’den, onları temsilen yedi güzel insan anlatmaya çalıştım. Prizren’in ilçesi Mamuşa’yı almadım buraya. Mamuşalılar başka bir yazı konusu zira.