Hayat, kendimizden ibaret bir süreç değil, bunu biliyoruz.
Bireysel seçimlerimiz, kendi tartıp biçmelerimiz, iradî sınırlarımız ile süreci biçimlendirmek istesek de sosyal hayat, balığın dahi balığa denk gelmesi benzeri kaçınılmaz buluşmalar yaşatıyor bizlere. Komşularımız, iş arkadaşlarımız, bozulup da yüzümüze bakaduran teknolojik eşyamızın uzman ustası, en sevecen yüzümüzle el kaldırıp “halimden anla” dediğimizi taksi şoförü, körpelerini öne koyup eli bir türlü tezgahın arkasından beri gelmeyen pazar esnafı, “çocukluğumdan beri bilirim, onda yanlış olmaz” dediğiminiz arkadaşımız… .Rol kesen ve aklınca rol dağıtan diğerleri.
Tuhaf olan da bu insanların her birinin yaşam denilen hikayede döngüsel olarak aynı biz gibi özne olmaları. Bana usta olan,pazarcıya müşteri; bana taksi şoförü olmaya direnen, bir başkasına arkadaş; ”arkadaşımdır yapmaz” dediğin belki eşinden, belki çalışanından mağdur. Yani herkes, yaralandığı yerden unutkan da yara vermeye yer arıyor.
Peki, had bildirmek, hakkından gelmek, yerin dibine sokmak, imansız olup dinsize ayar vermek merkezli eylemleri kendine davranış hali edinmeyenlerden isek? Nasıl çıkacağız bu işin içinden? Kendini ezdirmemek ile insan ezmemek arasındaki o kıldan ince çizgide gözü kapalı bir cambaz maharetini yüklenip sırtımıza, hangi metotla ilerleyeceğiz? Kötülük, erdemsizlik, çiğlik sözcüklerini lügatımızda tutmayarak, anlamlarını kör kuyuya atıp herkesi kendimiz gibi bilme riskini, bile isteye alanlardan isek bir de, nasıl olacak bu iş? “Hazır ol cenge, istersen sulh u salah,” dediğinizi duyar gibiyim. “Erdemsizlik, kötülük ve çiğlik karşısında her daim hazır ol,” da diyorsunuzdur siz şimdi. Bu ihtimal tavırlara karşı hazırlıklı olmak, biraz da aynı özellikleri taşımayı gerektirmez mi? Ben de bunu sorarım size. Kendinizde yaratmadığınız bir iklim, hangi fırtınaya, ayaza hazır ve dayanıklı kılar sizi?
İnsan insanın kurdudur, sözünü sevmeyenlerdenim. Zırhımla, maskemle yol almayı da sevmem. Hal böyle olunca nasıl yürüyecek bu gemi? Dinsizin hakkından imansız gelmese olmaz mı? Kurtla aynı kaderi paylaşıp yediğimiz ayazın hesabını yapmaya mecbur kalmasak ve de. O ayaz ki yazımın başında belirttiğim üzere, hepimizi farklı zamanlarda tek tek bulup canını soğutuyorken hem de.
Başlığımızı yineleyelim o vakit: İnsan sarrafı olmaya mecbur muyuz?
Hadi olduk diyelim; hurdahaş olmuş, nice sahtenin biriktiği bir vitrinin alıcısı kim olacak?
Muhibbî mahlası ile şiirler yazan Sultan Süleyman’ın sözüdür: “ Yârsız kalır cihanda, ayıpsız yâr isteyen.” Güzel söz; “ayıp” kadim kültürümüzde kusur, hata demektir. Affedici olmanın, hoşgörülü olmanın gereğini düşündürüyor bu sözle Sultan Süleyman. Lakin benim fikrim ve insan tanımım, yazımı tamamlayan alıntı sözde vitrine çıksın istiyorum ve büyük mutasavvıf Nesîmî’nin, cihana sığmayacak denli yücelttiği insan figürü, zamanın vitrinine artık yakışmazken hem de:
“Hatasız insan zaten yok, bize mahcubiyet gerek.”
Mutlu bayramlar dilerim…