Güray Süngü; Kardeşliğin de Romanını Yazan Adam                                                                                                                         Fahri Tuna

Sorarım size: İnsanın hayatında kardeşim diyebileceği kaç insan vardır. Üç mü beş mi? Hadi yedi olsun. On, çok zor.

Benim özel hayatımda da edebiyat dünyamda da, yedi yakın arkadaşımdan birisi Güray Süngü’dür. Güray kardeşimdir zira o benim. Sahiden ama. Şeksiz şüphesiz. Hakikaten.

Yaşayan Türk edebiyatında usta bir yazardır o. Usta öykücü. Usta romancı. Usta kurgucu.

Tanışmamız, teşehhüt miktarı 2012 Nisanında İstanbul’daki TYB 2011 Yılın Yazarları Ödül Töreninde. O Kış Bahçesi ile yılın roman yazarı, ben Aynalıkavak Yazıları ile yılın şehir kitabı yazarı ödülünü almıştık. Yirmi civarında ödülün verildiği o kalabalıkta pek tanışamadık, konuşamadık. Sadece, tören sonunda ortak fotoğrafta varız.

Asıl tanışmamız 26-28 Ekim 2013’te Edirne Valiliği adına düzenlediğim I. Meriç Hikâye Günleri’nde elbette. O gün bugün kardeşiz. O tanışmadan - kaynaşmadan mı desek – sonra, onlarca kez bir araya geldik. Sekiz sene, yılda on sekiz Cumartesi Kocaeli Büyükşehir Belediyesi Akademi Lise Yazarlık Mektebi’nde beraberdik sadece. Daha defalarca Bolu’ya olan yolculuklarımızdan söz etmedim. Başka şehirlerde buluşmalarımızdan, İstanbul’da zaman zaman bir araya gelmelerimizden.

Edirne’de tanışma anımızı onun satırlarından okuyalım:

On Kişi ile Dünyayı Değiştirmeye Dair İnancın Adamı: Fahri Tuna

Bazı insanlarla tanıştığınızda, o insanla çok eskiden beri tanış olduğunuzu hissedersiniz. Zamanın birinde tanışmış, samimi olmuş, birlikte yol yürümüş, aynı tastan çorba içmiş, aynı tulumbadan su içmiş, aynı sofada uyumuş, aynı sıcakta bunalmış, aynı soğukta üşümüş hissedersiniz. Öyle ki, hadi diyelim ilk tanıştığınız an bunu karşınızdaki insanda hissetmenize rağmen sezdiremezsiniz, hele ki yaşı da sizden büyükse biraz ar edersiniz de mesela bir sonraki buluşmada kırk yıllık dost gibi kucaklaşırsınız. Kendinizdeki cesarete şaşırdığınız kadar karşınızdaki içtenliğe de şaşırırsınız.

Fahri Tuna’yla benim tanışıklığım böyle. Fahri ağabey ile günün birinde tanıştık ama sanki bin yıldır ahbaptık. Bir sonraki görüşmede kucaklaştık, sanki bin yıldır her gün görüşmüştük de son bir ay görüşmemiş gibi sarıldık.

Epeyce zaman oldu, yıllarla aram iyi değil, şu yıl bu yıl diyemem ama galiba yüz - yüz elli yıl önceydi.

Edirne’ye doğru yola çıktık arkadaşlarla, orada Meriç Hikâye Günleri’nin davetlisiyiz. Bir hafta boyunca çeşitli oturumlarda öykü okuyacağız, öykü üzerine konuşacağız, aralarda tanışmadığımız kuşaktaşımız yazarlarla kaynaşacağız, dostluklar kuracağız, sanat hakkında edebiyat hakkında sohbet edeceğiz ve evlerimize döneceğiz. Akşama doğru yola çıktık İstanbul’dan, gece yarısına yakın bir lokantada indirdi kaptan ve mihmandarımız bizi. Yolculuk ettiğimiz araçta bir kaç kere Fahri Tuna ismi geçti. İsmen biliyorum zaten ama hiç yüz yüze gelmedik o ana kadar. Lokantada yol yorgunluğunu bir kenara bırakıp etrafta tanıdığım yüzler arasındaki tanımadığım yüzlere dikkat etmeye çalışıyorum, o sırada adımı duydum başka bir ağızdan. Ama değişik bir söyleyişle. Benim adım Güray. Vurgu genelde ismin ikinci hecesinde. Duyduğum söyleyişte vurgu ilk hecedeydi ve uzundu. Yazarak anlatmak imkânsız ama şöyle gibi; “Güüüüüraay.” Sonra sesin sahibi belirdi görüntüde, geldi, tokalaştık. Düşük oktavlı samimi bir sesle nasılsın abim, dedi, sesin sahibi. Fahri Tuna, diye ekledi. Bunları yazarken, Fahri Tuna’yı tanıyanların onun sesini nasıl kullandığını, samimiyetinin sesine nasıl yansıdığını ve ciddi konuşurken sesini azaltarak içe doğru genişleyen bir anlama kapı araladığını bildiklerini bilmenin güvenini yaşıyorum. Öte yandan onu tanımayanlar için bu cümleler yeterince açıklayıcı mı bilmiyorum.

Sonra yıllar geçti ama yıllar hep beraberce geçti. Yüz - yüz elli yıl demem boşuna değil. Uzun süreli dostlukların daha başlangıç anında bile biliyor insan, bu dostluğun tuhaf bir biçimde geçmişe de uzandığına dair içte uyanan hissin sarsıcılığını. Kopmadık Fahri Ağabeyle. Sağ olsun beni bırakmadı. Yazı atölyeleri yaptık birlikte. Uzun ve kısa yolculuklar yaptık. Aynı kürsüde konuşmalarımız oldu. Bu birliktelik bana hep mutluluk verdi.

(…) (Ihlamur Dergisi, Fahri Tuna Özel Sayısı, Sayı: 84, Kasım 2019)

Hüseyin Su’nun Paltosundan Çıkanlardandır

Belirsizliğin romanını yazan kalem. Kitabını kitabını. Hem de destanını.

Sadeliğin, yalınlığın, yoğunluğun zirvesidir onun cümleleri.

Ayrıntı profesörüdür.  

Doğacıdır. Doğalı ve doğayı öne çıkartır en çok: Güneş saati. Güvenilir. Asla durmaz. Pili filan yok ki bitsin.

Aynı cümlede hem bilmiyorumu hem de biliyorumu aynı sağlamlıkla ve güzellikle kullanabilir. Bir sonraki cümlede de. Şahidim buna. 

Masalsı bir anlatımı vardır. O oranda da şiirsel. Leziz.

Eksantrik adamdır bizim Güray. Bir o kadar da egzotik.

Hececi Güray. Hüseyin Su’nun paltosundan çıkanlardan yani. Üniversite ikideyken Hece Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Hüseyin Su’ya gönderdiği bir eseri/mektubu, hayatını değiştirdi. Sular seller gibi arı duru tertemiz bir Türkçe ile yazmasında Gülşefdeli Yemeni’nin yazarının da payı olmalı elbet. Otuz sene sonra Su - Güray yakınlığı hâlâ aynı sıcaklıkla devam etmektedir, şahidiz buna. Vefalıdır Güray.

Muhteşem Trio: Güray Süngü, Mehmet Şeker, Fahri Tuna

Çok yolculuk yaptık birlikte. Çok yazarlık derslerine katıldık. Çok programlarda bulunduk: Bu kadar komplekssiz, bu kadar candan, bu kadar saygılı ve bu kadar muzip ve zeki çok az insan tanıdım ben. Kardeşliği ömre bedeldir, diyeyim size.

Yolculuklarında en çok Kadırgayı anlatır size. Yok hayır anlatmaz; çocukluğunu yaşar yeniden. Üç katlı ahşap bir konakta gidersiniz artık, otomobilde değil. Orta katta mütevekkil mütedeyyin mübarek bir anne, Hatice Hanım ve iki oğlu, Koray ve Güray. Üst katta evine teklifsiz girilen, sofrasına teklifsiz oturulan Afife Teyze.

Alışkanlık yapar onun dostluğu. Bir süre sonra tiryakisi olursunuz muhabbetinin. Çok da iyi bir dinleyicidir. Kocaeli Büyükşehir Belediyesi’nde üç yıldır her on beş günde bir girdiğimiz yazarlık dersi öncesinde ve/veya sonrasında ne zaman görüşemesek kucaklaşmasak laflamasak büyük bir boşluk hissederdik üçümüz de. (Üçüncümüz Mehmet Şeker’dir. O da muhteşem adamdır. Kardeşliğin ansiklopedisini yazan adam üstelik.) Ve en kısa zamanda kaza ederdik ayrılığı. Bu hep böyledir.

Keyfi yerinde biridir aslında Güray Süngü: Kış Bahçesine kurulmuş, Pencereden bakan Dördüncü Tekil Şahıslarla Düş Kesiğine uğrayıp Deli Gömleğini kalbine geçirmiş Köşe Başında Suret Bulan Tek Kişilik okurlarına Mehmet’i Sakatlayan Serçe Parmağıyla işaret ede ede, Vicdan Sızları bir tarafa ayırmış, Hiçbir Şey Anlatmayan Hikâyelerin İkincisini merak edenleri diğer tarafa; İnsanın Acayip Kısa Tarihinden İbrahim’in Kaybettiğini Bulmasıdırı anlatıyor pupa yelken. Güray Süngü tam da budur.

İroni Ustası Güray. Nasreddin Hoca ile de Hemşeri Zaten

İroninin baş ustası diyebiliriz ona. (Mehmet Şeker gibidir.) En ummadık yerde ve anda çıkarıverir önünüze. Mutlu eder sizi. Anne ve baba tarafından Konya Akşehirli olmasının payı da olmalı bunda. Nasrettin Hoca ile ezelden hemşeri adam.

Buyurun size ispatı: Gözlerini açtı. Kendini gördü. Korktu birden / İçinden ona kadar sayacaktı ama dokuzda pes etti / Adamın birisinin adı tufandı, karısının lalezar / Konuşması anneme çok benziyordu. Annem dilsizdi / Annem insanoğlunun son umuduydu. Birleşmiş milletlerde çalışıyordu. Birleşmiş milletler kendi kendilerine birleşmişlerdi. Eşeysiz üreme gibi bir şeydi galiba / Ağlamayı ninemdem öğrendim. Ninem İngiltere kraliçesiydi. Dedem ona ‘seni saraylarda yaşatacağım’ derdi. Ben çok gülerdim.

Ne yazsa güzel yazar, ne yazsa sıradışı yazar, ne yazsa iz bırakır hafızanızda. Kalıbımı basarım ki doğrudur bu. Dileyenle bahse de girilir.

Ah Fenerbahçe; Güray Kardeşime Neler Çektiriyorsun Sen! Yeter Artık

Benim hakkımdaki (Ihlamur’da yazdığı ve TYB İstanbul Şubesi, Fahri Tuna 60 Yaşında Panelinde) görüşü şudur: Evi sırtında insanlardan Fahri Tuna. Ne zaman görüşsek yollarda. Daima etrafında genç insanlar var ve onlara on kişi ile dünyanın değişebileceğini anlatıyor. Bana da anlattı bunu. Ben inandım. Şimdi ben de benden gençlere anlatıyorum. On kişiyle bile mümkün diyorum. Ama hemen bir kenara çöküp, okumaya ve yazmaya başlamak kaydıyla.

O panelde bir unutulmaz sözü daha var: Fahri abi güzel adamdır ama bir kötü özelliği vardır: Galatasaraylı! Anladınız, kendisi Fenerbahçelidir. (Allah kurtarsın. Tövbe kapısı açık Allah’tan.) Zaman zaman zona hastalığının nüksetmesi, Fenerbahçeliliğinden olabilir mi? Kesin… ama payı ne kadar, onu bilemem.

İnsandır. Haza insan. İliklerine kadar. Vefa abidesi. (Asgari ücretten emekli ağabeyinin iki oğlunu onun okuttuğunu söylemezsem edemem. Söylersem hem ona ayıp etmiş olurum hem ağabeyini üzmüş. Söylememişim sayın lütfen.)

Kitap sayısı kadar, hatta daha fazla ödüller aldı. Alacak da daha, göreceksiniz, hep birlikte göreceğiz. Az bile aldıkları. Necip Fazıl Roman Ödülünü Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın elinden aldığında sormuştum: Ödül almak nasıl bir duygu Güray? Cevap vermişti her zamanki muzipliğiyle: Çok hoş bir şey Fahri abi. Hele de parası. Tam da o ay evi taşıyacaktım…

Tamda budur Güray; her an her dakika her olayda pıt diye bir espri konduruverir, hapşırtır adeta. Şifa adamdır o.

Güray Süngü. Edebiyatın olduğu kadar kardeşliğin de romanını yazan adam.

Daha çok yazacak.

Yazacakları mübarek olsun. Şimdiden.