Evet. Kur’an, vefat etmişler için değil, hayatta olanlar içindir.
Yaşayanlara hitap eder, hayatta olanlara yol gösterir. Vefat edenlerede, hayatta iken seslenir, vefat sonrası akıbetini anlatır.
Dolayısıyla Kur’an’ı, hayatta olanlar okur, hayatta olanlara okunur. Canlılara hitap eder ve canlıların ölümden sonraki akıbetini anlatır. Yani Kur’an, ölmüşlerimiz için bile, ölmüşlerimize bile hayatta iken seslenir.
Kesin ve net bir ifadeyle; “KUR’AN’I YAŞAYANLAR OKUR, YAŞAYANLARA OKUNUR, YAŞAYANLARA HİTAP EDER.”
Daha öz bir ifadeyle Kur’an, insanlık için bir HAYAT REHBERİ, YAŞAM KILAVUZUDUR.
Ne yazık ki, pıratik hayatımızda durum böyle değildir. Ekseriyetle ölülere okunan, ölülere hitap ettirilen bir durum ile karşı karşıyayız.
Sosyal basında konu ile ilgili bir değerli kardeşimiz bu mevzuyu ele almış, duygu ve düşüncelerimize tercüman olmuştur.
Fiili durumu anlatan Yazı şöyle:
*
“KUR’AN’IN YİTİK ANLAMI: DİRİLERİN KİTABIYDI, MEZARLIĞIN SÜSÜ OLDU!
Türkiye’de 85 milyonluk bir nüfustan söz ediyoruz. Üstelik bu nüfusun çok büyük bir kısmı “Müslüman” kimliğini benimsiyor. Ancak bu kimlik, giderek içi boş bir etikete dönüşüyor. Zira bu ülkede Kur’an'la kurulan ilişki, ne yazık ki gerçek bir iman ilişkisi değil; şekilsel bir gelenek, sesli bir ritüel, kültürel bir dekor seviyesinde.
Bir an durup düşünelim: Türkiye’de kaç Müslüman, mensubu olduğunu söylediği dinin kutsal kitabını, Kur’an’ı, başından sonuna kadar, ana dili Türkçede anlayarak okumuştur? Kaldı ki mesele yalnızca okumak değil; üzerinde düşünmek, hayatına tatbik etmeye çalışmaktır. Fakat biz öyle bir toplum olduk ki, Kur’an’ı yaşam kitabı olmaktan çıkarıp, mezarlıkta okunacak bir metin haline getirdik.
Yasin Suresi, Kur’an’ın kalbi olarak nitelenir. Ama biz o kalbi yalnızca ölülerin başucunda açıyoruz. Dirileri uyandırmak için gönderilen ayetler, şimdi ölüleri “ferahlatmak” için kullanılmakta. Bir millet düşünün ki, Allah’ın kelamını dirilere değil, ölülere okuyor; mezarlıklar Kur’an sesiyle inliyor, ama sokaklar Kur’an’dan habersiz bir şekilde kararıyor.
İşin daha da trajik tarafı, bazı ateistlerin bile sırf meraktan Kur’an’ı baştan sona okumuş olmasıdır. Kur’an’a sırf eleştirmek için bile yaklaşsalar, onun içeriğine dair bir fikirleri oluşuyor. Peki ya kendini Müslüman sanan halk? Yıllar boyunca beş vakit namaza çağrılıyor ama Kur’an’ın mesajına bir kez olsun kulak vermemiş insanlar var bu ülkede.
Cuma akşamları Arapçasından Yasin okumayı “Kur’an’la meşguliyet” sayan bir toplumun, Kur’an’a değil, kendi alışkanlıklarına inandığı çok açık. Oysa Allah, Kur’an’da defalarca “Düşünmez misiniz?”, “Akletmez misiniz?”, “İbret almaz mısınız?” diye sesleniyor. Ama bizim halk ibret almayı çoktan unuttu; çünkü Kur’an’ı anlamak gibi bir derdi kalmadı.
Camilerde ücretle Kur’an okutmak, ölüye dua hizmeti satmak, dini birer ticari faaliyete dönüştürmek… Bütün bunlar Allah’ın kitabının nasıl araçsallaştırıldığını gösteren somut örneklerdir. Ve bu yozlaşmanın en dramatik boyutu şudur: KUR’AN, ALLAH’IN KULLARINA YAZDIĞI MEKTUPTUR; ama bu millet o mektubu açmadan, anlamadan, Arap harfleriyle “güzel sesli” bir imamdan işiterek sevap kazanacağını zannediyor.
KUR’AN, BİR MEZARLIK KİTABI DEĞİLDİR.
Kur’an, yaşayanlar içindir.
Kur’an, hayata müdahale eden bir kitaptır. Ama biz onu raftan mezarlığa indirip orada sabitledik. Şimdi o kitap, orada duruyor. Ne hayatımıza giriyor, ne evlerimize… Ne siyasete yön veriyor, ne ahlaka… KUR’N SUSTU, ÇÜNKÜ BİZ ONU SUSTURDUK.
Bu millet Kur’an’a tekrar hayatın içinden bakmadıkça, onu yeniden dirilerin kitabı haline getirmedikçe; sadece ibadet şekillerinde boğulur, ama özde Allah’ın razı olduğu bir ümmet olamaz.
Sorun bizim Kur’an’ı ne kadar bildiğimiz değil; onu ne kadar yaşadığımızdır.
Ve bugün bu sorunun cevabı acıdır: Kur’an’ı bilen yok, anlayan yok, yaşayan yok.
Ama ezberleyen çok. Mezar başında okuyan çok. Ölüye sevap gönderen çok.
Kur’an’ı raftan indir. Mezar değil, hayat için oku. Çünkü sen hâlâ yaşıyorsun.”(Gökhan Dihkan)
*
Konu ile ilgili Türkiye ve dünya Müslümanları için çok önemli bir nokta da, BİLDİĞİMİZİ, BİLDİĞİMİZ KADARINI DA YAŞAMAMAMIZDIR.
Günümüzde insanlar hiç Kur’an meali okumasalar, Allah’ın ne dediğini tahsil etmeseler de, en azından Cuma namazlarında, o da olmasa bile, yaşadığı çevrede, sokakta, kahvede, televizyon ve gazetelerden genel bir bilgi almakta ve birçok HARAM VE HELALİ BİLMEKTEDİR.
Bilmektedir ama bildiği halde birçok haramı işlemeye devam etmekte, birçok yanlışı yapmaktadır.
Örneğin, kasten can almanın, kul hakkı yemenin, hırsızlık yapmanın, yalanın, zorla tecavüzün, fuhuşun, dedikodu, gıybet ve iftiranın, çevreyi kirletmenin, insanlara, bitkilere ve hayvanlara zarar vermenin, içki, kumar, şans oyunları, faiz, çıplaklık ve rüşvetin, benzeri birçok konunun haram olduğunu, neredeyse bilmeyen tek bir kişi yoktur.
Ama bu ülkede bütün bu haramlar işlenmeye devam edilmektedir. Hem de kendini Müslüman olarak tanımlayanların bile ekseriyeti, bunları veya bir kısmını yapmakta, bile bile kötülüklere yol vermektedir.
Elbette Kur’an okunmalı, anlaşılmalı. Ama hepsinden önemlisi yaşanmalıdır. En azından bilindiği kadarı yaşanmalıdır.
ESAS SORUN, BİLDİĞİMİZ HALDE, EN AZINDAN BİLEBİLDİKLERİMİZİ NEDEN YAŞAMADIĞIMIZDIR. Bunun üzerinde durulmalı, bu durum analiz edilmelidir.