Adapazarı’nda bir yaz akşamı. Henüz ısınamadığımız bir haziran. Çark Mesire’de dostlarla oturuyoruz. Akşam geceye dönüyor;karanlık…Suya yansıyor renkli lambaların ışığı. Şarkılar türküler birbirine karışmış. Kahkahalar, neşeli, cıvıltılı konuşmalar çalınıyor kulağımıza. Biz hararetle memleketi kurtarıyoruz. Çaylar gidip geliyor masamıza. Ağaçların altındayız. Konuşmadığımız zamanlarda suya bakıyoruz. Akmayan suya. Durgun suya. “Durgun akardı Don”. Çark suyu hepten durgun. Kuğular yüzüyor suda. Beyaz, siyah kuğular… Yanlarında da yavruları! Birlikte yüzüyorlar. Uzun zamandır görmediğim bir manzara bu. Güzel… Ama hüzünlü bir şeyler var sanki. Benden mi, havadan mı, insanlardan mı bilmiyorum. Bir şey eksik, bir şey… Nedir?
Sonunda anlıyorum: Kuğu var ama şarkısı yok! Değil, bu melodileri birbirine karışan şarkılar şarkı değil. Kuğunun şarkısı değil. Kuğunun şarkısı çoktan bitmiş. Son şarkısı…
Herkes, her şey sussun istiyorum bir an. Geçmişe dönelim, ne bileyim, otuz yıl, yüz yıl, beş yüz yıl öncesine. Sadabadmı Göksu mu bir yere, bu arabesk dünyanın yerine… Su aksın yine… Fakat kuğuların şarkısını duyalım. Herkes sussun.
Hayat akıyor. Konuşmalar yavan, konuşmalar basit, geçici… Herkes bir şeyle meşgul. En çok da telefonlarıyla. Köprünün üzerinde dikilen adama takılıyor gözüm.Aheste yürürken birden duruveriyor adam. Önce etrafına bakıyor, sonra iki eliyle yokluyor her yerini. Pantolonunu, gömleğiniarıyor telaşla, bütün ceplerini. En sonunda elini kalbine götürüyor. Sağ elini. Neyi unutmuş, kalbini mi? Tanrım, kalbim nerde benim! Adamın eli kalbinde. “Bir kalbiniz vardır, onu hatırlayınız.”Hayır, telefonunu unutmuş olmalı adam bir yerde.Ama ya unuttuğu kalbiyse? Ya da kalbinde unuttuklarıysa aradığı? Yine böyle telaşlanır mıydı?
Adam yürüdü gitti. Kuğular yüzüyor. Ya şarkılar?
Şarkılar sustu. Fakat hiç susmadı kalbiniz, fark ettiniz mi?Size hep bir şeyler ihtar etti, siz ihmal ettiniz!Aşkı, kardeşliği, vefayı, insanlığı, merhameti, vicdanı… Ne çok şeyi kalbinize gömdünüz, kalbinize kabirler diktiniz!
Yaşamak hatırlamaktır, diyordu Ülkü Tamer. Değil, yaşamak unutmaktı! Unutarak sağalttıkruhumuzu. Unutarak kandırdıkkalbimizi.Bilseniz… Ve ne diyordu Zarifoğlu? “Bir kalbiniz vardır, onu hatırlayınız.” Hatırladık mı? Unuttuğumuzu biliyor muyuz ki?
Kalbinizin duvarları var… Kapılarından çok!
Kalbinizin pencereleri sımsıkı kapalı…
Kalbinizin kabirleri var!
Orada, öldürdükleriniz, kalbinizin içinde!
Mademki en büyük düşmanım kalbim benim, kendimin
Onu inkâr ediyorum, kalbimi inkâr ediyorum!
Böyle diyordu şair; hiç değilse kalbini inkâr ettiğini söyleyecek kadar yürekliydi.
Ya siz? Kalbinizi hatırlayacak kadar yürekli misiniz?
Telefonlarımız yeni, telefonlarımız her eskidiğinde değiştiriyoruz. Ya kalbimiz? Onu kim değiştirecek? Eskiyen, aşınan, çürüyen kalplerimizi… Ne zaman hatırlayacağız kalbimizi?Ne zaman hatırlayacağız, kalbimizi unuttuğumuzu?
Çark’ın başındayız. Kuğular yüzüyor. Şarkılar susmuş. Hangi zamanda, hangi dünyada olduğum umrumda değil. Tekrar o şarkıyı duymak istiyorum. Kuğunun son şarkısını. Çünkü artık… Kalbimi susturamıyorum!