Annelik, insanlığın başlangıcından bu yana hep kutsal görülmüştür. Her dönemin ve toplumun annelik kavramına yüklediği sorumluluklar benzerdir. Ancak günümüzde annelikle ilişkilendirilen roller önemli ölçüde farklılaşmıştır. “İyi anne” olmak; toplumun çizdiği, sürekli değerlendirildiğiniz ve eleştirildiğiniz bir kimlik haline gelmiştir. Bir yandan sessiz, fedakâr, kendini adayan bir anne; diğer yandan modern, sosyal, üretken ve bakımlı bir anne profili beklenmektedir. Bu iki zıt kimlik, kâğıt üzerinde bile çatışma halindeyken, uygulamada anneleri tükenmişlik ve yorgunlukla baş başa bırakmaktadır.

Son yıllarda ortaya çıkan yeni kavramlardan biri de “annelik suçluluğu” dur. Bu kavram; çocuklarına verdikleri gıdanın içeriği, sabırsız davranışları, yeterince zaman ayıramamaları veya kendilerine zaman ayırdıkları için suçluluk hisseden anneleri ifade eder. Mükemmel anne idealine ulaşmaya çalışan, ancak asla oraya varamayan kadınlardır bunlar. Gerçekte ise mükemmel bir anne yoktur. Sınırsız bir kaynak olmayan annenin, adeta bir makine gibi kendini zorlaması vardır.

Peki, anneler bu noktaya nasıl geldiler?

Toplumun yarattığı ideal anne kavramını bilinçdışı düzeyde içselleştiren kadınlar, bu kalıbı doldurmaya çalışmaktadır. Sanki “iyi anne nasıl olur, kötü anneler nasıl davranır” konulu bir el kitabı varmış gibi davranılmaktadır. Yaşanılan olayları bağlamından koparıp sadece annenin tutumuna göre değerlendirdiğimizde, suçlayacak birini bulmak çok kolaylaşır. Örneğin; markette çocuğuna disiplin kazandırmak için istediğini almayan ve ağlamasına izin veren bir anneye, “neden çocuğunu ağlattığı” yönünde yüklenilmesi, bu duruma iyi bir örnektir. Hatta bazen kendisi de benzer baskılara maruz kalan bir annenin, başka bir anneyi aynı durumda eleştirdiğini görebiliriz. Daha lohusalık döneminde başlayan bu psikolojik mücadele, bir kadının ömrünün geri kalanında da etkisini sürdürür.

Günümüz annelerini önceki nesillerden ayıran önemli bir faktör de dijitalleşmedir. Eskiden ev ve tarla arasında bakım bekleyen çocuklar, şimdi oturdukları yerden bütün dünyaya erişimi olan bireylere dönüşmüştür. Aynı şekilde anneliği de dönüştüren bir unsur olarak dijital dünya, “momfluencer” (anne influencer) kavramını doğurmuştur. Bu dijital figür; düzenli, her zaman gülümseyen, hayatını çocuklarının etrafında şekillendiren, uyumlu giyinen, estetik yemek sofraları paylaşan bir anne profili çizer. Gerçek hayattan uzak olan bu içerikler, diğer annelerde kendilerini yetersiz hissetme duygusunu körüklemektedir. Geleneksel ve modern anneliği aynı anda taşıyan bu “ideal sahneler”, anneliği bir performansa, bir markaya, bir iş birliğine dönüştürmektedir. Geriye ise gerçeklikle beklentiler arasında sıkışmış, çoğu zaman tükenmiş hisseden kadınlar kalmaktadır.

Oysa annelik bir yarış değildir. Gerçek anneler; bu rolün ötesinde kimliği, hayalleri, duyguları olan bireylerdir. Bu da demektir ki zaman zaman yorulabilir, hata yapabilirler. Toplumun dayattığı “iyi anne” performansını bir kenara koyup sınır çizebilir ve kendi ihtiyaçlarını da gözetebilirler. Öncelikle kendi zihinlerinde yer etmiş, anneliği yıpratan çarpık kalıpları fark etmeli ve bunları yönetmelidirler.

Sevgili anneler, çocuklarınızı sevgiyle büyütmeye çalışırken, içinizdeki çocuğu ihmal etmeyin. Ona da şefkat gösterin. Çünkü annelik; mükemmellikte değil, kırılganlıkta ve esnekliktedir.