Gazze’de süregelen soykırım yalnızca fiziksel yıkımla sınırlı kalmıyor, aynı zamanda derin ve görünmez bir ruhsal enkaz da yaratıyor. Her bir bombanın sesi yalnızca binaları değil, bir toplumun güven duygusunu, umutlarını ve geleceğe dair inancını da yerle bir ediyor. Bu yaşananlar, bireysel travmaların çok ötesinde… Gazze halkının kolektif bir travmasına işaret ediyor. Kuşatma gölgesinde büyüyen bir halkın yas süreci, bireysel acıların yanı sıra birlikte yaşamın da kayıplarla şekillendiği bir sürece dönüşüyor.

Kolektif travma, toplumsal düzeyde yaşanır ve toplumun genelinde güven, aidiyet, umut gibi temel duyguları sarsan olaylar sonucunda ortaya çıkar. Gazze’deki travma ise yalnızca tek bir olayla sınırlı kalmamaktadır. Yıllardır süren abluka, temel yaşam haklarından mahrum bırakılma ve sonunda sistematik bir şekilde sürdürülen soykırım ile katman katman derinleşmiştir.

Yas, psikolojik olarak kaybı kabullenme ve yeniden yapılanma sürecidir. Ancak bir toplum kolektif travma yaşıyorsa bu süreç kesintiye uğrar. Artık bir kişinin kaybı sadece yakınlarının yası olmaktan çıkıp tüm toplumun acısı hâline gelir. Gazze’de insanlar için yas tutacak ne bir alan ne de zaman vardır. Bastırılan ve sürekli ertelenen yas, bilinçdışında birikerek ağır bir yük hâline gelir. Henüz bir kayıp sindirilemeden, bir diğeri onun üzerine eklenir.

Bu yazıyı okuyan birinin aklına şu soru gelebilir: “Ben bu acıları sadece haberlerde görüyorum, neden bu kadar etkileniyorum?”

Bir olayın mekânsal olarak bizden uzak olması, ruhsal etkisinin de uzak olacağı anlamına gelmez. Gazze’de yaşanan insani trajedi; sosyal medya, haber kanalları ve küresel tepkiler aracılığıyla dünyanın dört bir yanındaki insanlara ulaşmaktadır. Özellikle yüksek empati düzeyine sahip bireylerde; kaygı, çaresizlik, suçluluk, öfke gibi duygular yoğun bir şekilde yaşanabilir. Bu duygularla baş etmeye çalışmak bireyleri psikolojik olarak zorlayabilir. Zamanla bazı kişiler, sosyal medyada sürekli karşılaştıkları acı görüntülere karşı hissizleştiğini fark edebilir. Ancak bu durum, zannedildiği gibi bir duyarsızlık değil, kişinin baş edemediği duygulara karşı kendisini geri çekmesiyle ortaya çıkan bir empati yorgunluğudur.

Bu yorgunluk, zamanla bireyin kişisel yaşantısında da donukluk ve tükenmişlik hissine yol açabilir. İşte bu noktada, önemli olan dengeyi kurabilmektir. Her acıya maruz kalmak, her görüntüyü izlemek zorunda değiliz. Ancak olan biteni takipte kalmak ve elimizden geleni yapmak bizi insan kılar.

Psikolojik olarak sağlıklı kalmak ne tamamen hissizleşmek ne de çaresizlik içinde boğulmaktır.
Bilinçli tanıklık, acıyı inkâr etmeden ama onun içinde kaybolmadan sürdürülebilir bir dayanışma hâlidir. Bu dayanışmayı somut yardımlar dışında duygudaşlıkla, bilinçle ve vicdanla da yürütmek son derece önem taşımaktadır.

Gazze’de yaşananlar insanlığın vicdanının sınandığı bir soykırımdır. Bu kolektif travma Gazze halkını dışında onlarla birlikte dünyanın dört bir yanındaki duyarlı kalpleri de etkilemektedir. Gözlerimizi kapatmak bir çözüm değil, suça ortaklık olur.