Edebiyat hayatın bizatihi kendisi aslında. Fakat çoğu zaman görünenle yetinmeyerek onun ardındaki gizli bahçeyi seçiyor kendisine yaşam alanı olarak. Sıradan olmaktan kurtulmak için hayalin büyüsünü kullanıyor. Balkabağını bir arabaya dönüştürebilme gücünü oradan alıyor çünkü. Bunu bir kandırmaca olarak değil de gerçeği açığa çıkarmak için yapıyor. Çünkü olanı olduğu gibi, görüneni göründüğü gibi aktarmanın derdinde değil edebiyat.. Onun derdi perdenin arkasını, duvarın ardını, görünenin görünmeyen tarafını anlatabilmek, evreni, dünyayı, insanı ve hayatı okuyabilmek. Bu sayede insanın önce kendisini sonra da her şeyin sahibini tanımasına aracılık etmeyi amaçlıyor. İnsanın insan olma sürecinde çok önemli bir vazife üstleniyor.

İnsan ilişkilerinin çok önemli olduğu ve başarılı olmanın daha çok buna bağlı olduğu bir mesleği çok uzun süre başarı ile icra etmemde okumaya ve yazmaya olan özel ilgimin büyük katkısı olduğunu düşünüyorum. Çünkü okumak ve yazmak hayatınızda hangi işi yaparsanız yapın sizin o işte daha iyi olmanıza katkı sağlıyor. Çocukluğumdan beri yazarlığın gizli bahçesinin hep yakınlarındaydım. Okumak ve yazmak hep tuttular elimden hiç bırakmadılar. Kırklı yaşlarımda bile büyüyünce yazar olacağım diyerek sık sık gülümsettim çevremdeki yüzleri. Shakespeare’in kırk beşinden sonra yazmaya başladığını öğrenmiştim çünkü. Ve bir gün topladım cesaretimi ve çaldım yazarlığın gizli bahçesine açılan o kapıyı. Fakat öğrendim ki önce çalmam gereken kapı bir ustanın kapısıymış. Ondan yazarlığın sırlarını öğrenmeliymişim. Talebe olmalıymışım bir süre. Talep eden olmalıymışım. Aşk derecesinde bir bağlılık gerekiyormuş. Çok çalışmalı ve uykusuz geceleri göze almalıymışım. Üstelik daha çok okumalıymışım yazmak için. Yeni kelimeler biriktirmeliymişim. Bazı kelimeleri ise çıkartmalıymışım hayatımdan. Beğenmemeliymişim öyle her yazdığımı. En ağır eleştiriye tahammül edebilmeliymişim. Kelime işçiliği yapmalıymışım, çünkü bir heykeltıraştan farkı yokmuş yazarın. Fazla kelimeleri atmalı ve o cümle için en doğru kelimeleri bulmalıymışım. Sabırlı olmalıymışım, yazana zor gelmeyen yazı okuyana zevk vermezmiş. Oldum demek için acele etmemeliymişim. Zaten bu bahçede oldum diyene rastlamak mümkün değilmiş. Burada olmak ile ölmek aynı şeymiş.

Bu cümleler Zafer Dergisinde yayınlanan öykülerimden oluşan ve bu ay başında yayınlanan kitabım Hayalin İçinden Öyküler-Hayalbaz’a yazdığım önsözden. 

1985 yılında tanıştığım ve o zamandan beri takip ettiğim, benim için bir okul olan Zafer Dergisi’nde, değerli büyüğümüz Cüneyd Suavi’nin “Hayatın İçinden” başlığı ile yayınlanan kısa hikayelerini, diğer yazı ve makalelerin yanında ayrı bir heyecanla takip eder ve bir gün benim de hikayelerimin burada yayınlanmasının hayalini kurardım. Bu hayalim yaklaşık iki yıl önce “Hayalin İçinden Öyküler” olarak gerçekleşti.

Hayal kurmak çok önemli. Yahya Kemal Beyatlı bir şiirinde bu önemi şu mısra ile çok güzel ifade ediyor: “İnsan alemde hayal ettiği müddetçe yaşar”. Elbette ki kavli duanın ve hayalin gerçekleşmesi için gereken çabayı göstermek demek olan fiili duanın, daha önemli olduğunu unutmamak gerek.

Kitaptaki öykülerin her biri yukarıda değindiğim zorlu süreçlerden geçtiler. Yaşadığım bu çağın sancılarından beslendiler daha çok. Bu sancıların başında ise hiç ölmeyecekmiş gibi yaşamanın bir salgın haline dönüşmüş olması geliyor. Bunun geleceğe muhtemel yansımalarına dair kurgular var çoğunda. 

Hayalbaz hayalci, hayal kuran anlamına gelen, aynı zamanda gölge oyununda oyunu sahneleyen ve gölgeleri konuşturan kişi.

Kanaatimce hayal, gerçeğe ulaştıran bir köprüdür. Hayalbaz da o köprüyü kuran kişidir.

Kitaptaki öyküler de bazen üzerine hayal sosu dökülmüş, bazen de gerçekliği arttırılmış öyküler. Bir öyküde karanlık maddenin karanlığı, bir diğerinde cennet bahçelerinden bir bahçenin aydınlığı, birinde yarım kalan bir hikayede yazarını bekleyen bir karakter, diğerinde kırmızı kar yağınca diye başlayan sözler veren fakat kırmızı kar yağdığında ortalıktan kaybolan insanlar var. Bir diğerinde bir ekip halinde çalışarak, insanların başına gelecek ölümcül bir kötülüğü önleyen orman sakinleri, diğer bir öyküde kaderini kendisi yazmaya çalışan birisi, bir başkasında, sadece kendisinin olmadığı fakat diğer her şeyin aynı olduğu bir dünyada uyanan ve istediği zaman ölemeyeceğini anlayan biri var. Her ne kadar hayal-kurgu öyküler de olsa hepsi insana dair gerçeklere değinen öyküler.

Lise 2.sınıf öğrencisi Ayşe Naz Uçar’ın HAYALBAZ’a olan katkısı benim için çok değerli. 25 adet öykünün her birine, öykülerle gönül bağı kuran resimler çizdi.

Dilerim o resimlerle bütünleşen bu öyküler okuyanların kalplerine dokunmayı başarırlar.