18 Mart Cumaertesi  günü  S.Gökçen havaalanında idik.

               Yurt dışında yaşayan mahdumemizin mühim bir rahatsızlığı sebebiyle,  yanına gidecek ve ona destek olacak  validesini, THY ile  yolcu etmek üzere gitmiştik.

               Tayyarenin kalkış saati 11.00 olduğu halde, saat 9.00 da havaalanında olduk.

               Bagajları teslim edip,  uçuş  işlemlerini yaparken, birden karşımıza bir engel çıktı.

               Çalıştığımız kurumdan, “yurt dışına çıkmasında bir sakınca yoktur” yazısı gerektiğini önümüze koydular.

               Yıllardır yeşil pasaport ile böyle bir şey istenmeden yurt dışına çıktığımız halde, bu tür bir evrak ilk defa karşımıza çıkıyordu.

               15 Temmuz hadisesinden sonra yürürlüğe girdiğini söylediler.

                Öyle bile olsa, aradan bunca zaman geçtiği  ve yurt dışına çıkma yasağı olanlar havaalanı yetkililerinin elinde olduğu halde, hala bu uygulamanın  yürürlükte olması şaşırtıcı bir durumdu. Aradan uzun zaman geçmiş olup, kaldırılmalıydı. Zannederim unutulmuş.

                 Gerek kamu görevlilerinden  ve gerekse tüm vatandaşlarımızdan suçlu olanlar, arananlar ve şüpheli olanlar  bunca zaman içinde belirlenmiş ve sınır kapısındaki tüm yetkililere bildirilmişti. Yani, yurt dışına çıkış yasağı olanlar çoktan belliydi.

                 Buna rağmen, tüm kamu görevlilerinden yurt dışına çıkarken bu evrakı istemeye ne lüzum vardı.

                  Mecburen ilgili kurumumuzun personel dairesi baş hizmetkarını arayıp, talebimizi ilettik. Sağ olsunlar, hemen harekete geçerek, ilgili şube müdürü hanım kardeşimiz ve iki personel daha kuruma yönlendirildi. Cumaertesi ve tatil olmasına rağmen, şehrin muhtelif yerlerinde oturan  mesai  arkadaş ve kardeşlerimiz, kuruma gidip, gerekli evrakı hazırlayıp, fakslamak üzere yola koyuldular.

                  Evrakın kurumumuzdan gelmesini beklerken, bir yandan da, havaalanı yetkilisi ile tartışmalarımız sürdü. Kamu çalışanının kendim  olduğumu, yurt dışına eşimin çıkacağını, eşim için böyle bir evraka gerek olmaması gerektiğini, ille de olacak diyorsanız, her türlü taahhüdü yazlı olarak verebileceğimi, kimliğimi ya da kendimi rehin alabileceklerini, b.sayarlarına tıkladıklarında, çıkış yasağı olanlar arasında olmadığımızı görebileceklerini anlatmaya çalışmışsak ta, netice alamadık.

                 Tabi ki, atan sigortalar nedeniyle de, istemediğim tepkileri de koymak zorunda kaldık. Neredeyse, başım belaya girecek ve başka olumsuz neticelerle karşılaşacaktık.

                 Bir yandan beni teskin etmekle  ve beladan uzaklaştırmakla uğraşan eşimin çabaları yalvarmaları ve hıçkırıkları da işe yaramadı. Kimin umurunda ki!

                 10.45 Sularında yazı havaalanına fakslandı  ama, tayyarenin kalkmasına 15 dakika kalmış ve kapılar kapanmıştı. “Artık uçamazsınız” dediler.

                 Vekil, bakan veya üst düzey bir etiketimiz olsa idi, eminim ki, bırakınız 15 dakikayı, tam uçuş saatinde bile  uçak bekletilir ve kapılar açılırdı!

                  Sabahın köründe havaalanına gidişimiz, ettiğimiz masraf, çektiğimiz çile bir yana, gidiş dönüş olan biletlerimiz yanmış, bilete verdiğimiz paralar da küme gitmiş oldu.

                  Epeyce beklemeden sonra bagajlarımızı uçaktan geri alıp, kara kara düşünmeye başladık.

                  Ne yapalım, ne edelim derken, yeni bir bilet almaya karar verdik.

                  Pegasus  H. Yollarından 15.30’a bilet aldık.

                  Tekrar uçuş işlemlerini yapmaya başladık ki, bu sefer karşımıza yeni bir engel çıktı.

                 Pasaportumuzun bitiş süresi üç aydan 10 gün eksik diye, “uçamazsınız, biz uçursak bile, gideceğiniz ülke havaalanından sizi geri çevirirler” dediler.

                 Yolcumuz üç ay değil,  gidiş dönüş biletimiz var, dönüş tarihimiz belli, 1.5 ay kalacak dediysek de, “olmaz, bir hafta kalsanız da fark etmez, üç aylık bir pasaport süreniz olması gerekir” açıklamasında bulundular.

                 Aldığımız bu bilet de yanmış, yeni bir zarara daha duçar olmuştuk.

                 18 Mart 2017 de, bizim, “kendi  Çanakkale savaşımızı!” kaybederek, geri döndük.

                 Bu ve benzeri aksaklıklarla hep karşılaşırım. Maalesef bu ülke de işler iyi gitmiyor. Nereye baksanız bir aksaklık, eksiklik, yanlış ve çirkinlik görebiliyorsunuz. Gereksiz yasaklar ve kurallar hep önümüze çıkıyor. Kamu görevlileri de umursamıyor ve kolaylıkla “hayır” diyebiliyor. “Bir şeyler yapalım, bir çare bulalım” arayışında hiç olmuyorlar. Tabi OHAL’in de bir ceremesi bu.

                  Ülke de nice insanlar, binler, yüz binler ve milyonlar bu ve benzeri bir yığın sıkıntı çekiyor. Bizim ki belki de en hafifi ve en küçüğü.

                 Ama ateş sadece düştüğü yeri yakıyor! Acıyı, sıkıntıyı çeken ancak “acıdan, sıkıntıdan” haberdar oluyor ve yalnız, yapayalnız kalıyor.

                 Afganistan da, Irak, Filistin, Suriye, Mısır, Karabağ, D.Türkistan, Çeçenistan, Bosna, Kosova, Ukrayna, Tunus, Cezayir, de, Afrika’nın büyük bir bölümünde, Arakan da, dünyanın birçok  yerinde  olduğu gibi. Teröre, tırafiğe, tecavüze, cinayete  kurban giden ailelerimizin çektikleri gibi.

                Daha dün Halep de vahşi emperyalistlerin bombalaması ile camide can veren Müslümanların acısını bizler, millet ve ümmet ne kadar hissettik ve ne yaptık ki!?

                En üstteki, ilgili ve yetkililere yazdım. Umarız düzeltirler. Biz  gavur eziyeti çektik, başkaları çekmesin diye.