Başlık, Müslümanların bildiği ve sıkça söz ettiği, hocaefendilerin  vaaz ve hutbelere konu ettiği  fevkalade mühim  bir hadisi şeriftir. “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır.”

               Sözde kalmayıp, hayatımıza yansımış olsa, hemen hemen “sorunlarımızın  çoğunu aşabileceğimiz, adil bir dünya kurabileceğimiz” temel  İslami referansların en başında gelmekte olan nadide bir Resul sözüdür.

                    Bu güzel söze,”kelamı kibar (kelam-ı  kibar )” diyenler de var.

                    Benzeri birkaç  türü de  Hz.Ali ( r.a ) halifemize atfedilir.

                   “Haksızlık önünde eğilmeyiniz, çünkü hakkınızla beraber şerefinizi de kaybedersiniz.”  “Bedeli ölüm bile olsa, zalime boyun eğmeyiniz.”

                   Yine bu konuda Hz. Hüseyin’e atfedilen bir söz daha vardır.

                  “En büyük cihad, zalimin karşısına çıkıp;  Sen ‘haksızsın’ demektir.”

                    Kimin olduğunu bilmediğim bir söz de; “Menfaat için göz yumduğun haksızlık, sanma ki yanına kalır..!  O haksızlık bir gün dayanır kapına, senin de hakkını elinden alır…!”

                   İnsan hakları mücadelesinde sık tekrarlanan sözlerden birkaçı da bu konu ile ilgilidir.

                 “Susma, susarsan sıra sana gelecek.” “Sana sıranın gelmeyeceğini bilsen de susma.”

                 Açık ve net bir şekilde görülüyor ki, İslam da temel esas “haksızlık karşısında susmamayı” ihtiva ediyor. Yani “adil ve adaletli” olmayı emrediyor.

                Her bir ayeti farz olan, hayat rehberimiz, hayat reçetemiz Kur’an bu konuda ne diyor, bir de ona bakalım:

                “Allah size, mutlaka emanetleri ehli olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder.” Nisa, 58

              “Ey iman edenler! Adaleti titizlikle ayakta tutan, kendini, ana-babanız ve akrabanız aleyhinde de olsa Allah için şahitlik eden kimseler olun. (Haklarında şahitlik ettikleriniz) zengin olsunlar, fakir olsunlar Allah onlara (sizden) daha yakındır. Hislerinize uyup adaletten sapmayın, (şahitliği) eğer, büker ( doğru şahitlik etmez ), yahut şahitlik etmekten kaçınırsanız ( biliniz ki ) Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” Nisa, 135

             “Ey iman edenler! ALLAH İÇİN HAKKI AYAKTA TUTAN, ADALETLE ŞAHİTLİK EDEN KİMSELER OLUN. BİR TOPLULUĞA DUYDUĞUNUZ KİN, SİZİ ADİL DAVRANMAMAYA İTMESİN. ADALETLİ OLUN; bu, Allah korkusuna daha çok yakışan (bir davranış)tır.”  Maide, 8

           “Biz, kıyamet günü için adalet terazileri kurarız. Artık kimseye, hiçbir şekilde haksızlık edilmez. (Yapılan iş) bir hardal tanesi kadar dahi olsa, onu (adalet terazisine) getiririz. Hesap gören olarak biz (herkese) yeteriz.” Enbiya, 47

             Ve her Cuma günü, Cuma namazında hutbe sonunda okunan, ama bir türlü icabet edemediğimiz o ayet: “MUHAKKAK Kİ ALLAH, ADALETİ, İYİLİĞİ, AKRABAYA YARDIM ETMEYİ EMREDER, ÇİRKİN İŞLERİ, FENALIK VE AZGINLIĞI DA YASAKLAR. O, DÜŞÜNÜP TUTASINIZ DİYE SİZE ÖĞÜT VERİYOR.” Nahl, 90

             Yaradan; Nisa/105, Maide/42, Araf/29-159-181, Şura/15, Hadid/25, Hucurat/10 ve daha birçok ayette, çarpıcı, açık ve net bir şekilde, hayatın her alanında haksızlığa, zalime ve zulme karşı durmamızı, daima hakkı ve doğruyu söylememizi, “adaleti” temel ölçü almamızı emrediyor. Öyle ki, bırakınız partimizi, cemaatimizi, hocamızı, liderimizi, müdürümüzü, başkanımızı,  HAKSIZLIĞI BABAMIZ YAPSA BİLE, şiddetle karşı durmamızı istiyor.

                  Öylesine bir adalet ki, Hz. Peygamberimizi “Muhammedül emin” yapıyor ve “müşrikler” yani O’na düşman olanlar bile “emanetlerini” yine O’na “emanet” ediyor. Halife/ devlet başkanı cemaate; “yoldan çıkarsam ne yaparsınız” sorusuna cemaat; “Seni kılıcımızla düzeltiriz.” Diyebiliyor! Haydi bugün deyin bakalım! Yedi köyden kovulmaz mısınız?

                  Günümüze geldiğimizde, en alttan en tepeye kadar emanetlerin kendisine teslim edilebileceği, karşıtlarının bile güveneceği kaç Müslüman kaldı sorusu akla gelmektedir.

                 Bırakınız haksızlık karşısında susmayı, kendi çıkarı, makam, para ve istikbali için en bariz yanlışı ve haksızlığı görmeyen, hatta onu meşrulaştıran, güç ve kuvvet sahibi haksız ve zalim karşısında eğilip bükülen, kırk takla atan, sadece rakiplerinin ve karşıtlarının yanlışını gören,  karşısındaki siyasi muarızının toplu iğnesi kadar yanlışını  dahi gördüğü halde, kendi tarafının dev kazığını bile görmeyen, görmezden gelen, yalnız kendine demokrat, kendine adalet ve kendine olduğunda haksızlığa karşı koyan bir Müslüman tipiyle karşı karşıya bulunmaktayız.

              Dahası Kur’an’ı her türlü “tevile” açık tutan, beşeri düzen, ideoloji ve amaçlara alet eden, dünyaya ve dünyalığa “yama” yapan, şu milenyumun ilk çeyrek asrında kendi ve kendi tarafındakilerin yanlış ve haksızlığına “kör ve sağır” olan bir İslam anlayışı ile yaşamaktayız.

            Allah aşkına, böyle bir Müslüman tipini görüp de kim Müslüman olur?

             Yusuf İslam’ın dediği gibi; “Müslümanları görseydim Müslüman olmazdım.  Kur’an’ı görerek, Kur’an’dan öğrenerek Müslüman oldum.”

             İyi ki Kur’an var ve hala tahrif edilmemiş haliyle elimizde!  İyi ki Hz. Peygamberin sözleri ve örnek hayatı var!