Ayşenur Gülsüm'ün kaleminden
Aradığımız Yerler, Bulduğumuz Benzeyişler ve Güzelliği Çoğaltmak Hakkında
Aradığım yerlere benzeyiş buldum sende.
Bu yıl babamla ilk kez tanışıyorum. Yıllardır gözümün önünde duran, o hep aynı babamla, bu yıl yeniden tanışıyorum. Elbette babamız aynı kişiydi ama yine de, ağabeyimin babasıyla benim babamın aynı kişi olmadığını hayretle keşfedeli birkaç sene olmuştu. İkimize de aynı bakan, ikimizi de aynı seven tek bir baba vardı, ama bizim başkalığımız her şeyi keskin bir şekilde başkalaştırıyordu. Hepimizin içinde birileri onları gördüğünde ortaya çıkan başka başka, gizli insancıklar vardı. Hepimiz çok kalabalıktık.
Bu sebeple portre yazını, bir kişinin sadece hayat hikâyesini öğrenmek değil; o kişinin ve dahi kendi içimizin kalabalıklarını anlamak için de harikulade bir araç. Kırklanmış Portreler’de, belki yalnızca yazdıklarından tanıdığımız ve çağdaşı olmakla gurur duyduğumuz kırk ayrı yazarın, şairin yansımasına bakıyoruz. Fahri Tuna’ya yansımasına. Kurmaca metinlerini hayranlıkla okuduğumuz Güray Süngü’nün asgari ücretten emekli ağabeyinin çocuklarına nasıl sahip çıktığını ilk defa duyarak; Abdullah Harmancı’nın kendisine dilek hakkı verildiğinde son kitabının yeni baskı yapmasını dileyecek kadar mütevazı oluşuna gülümseyerek; Alla Büük’ün eşinin et haşlamasına gözlerimiz dolarak. Kırklanmış Portreler ile daha net anladım ki babam kendine yansıyanları genişletmek, kişilerin kalabalıklarını tüm sahiciliğiyle aktarmak istiyor okura.
Babamın şimdiye kadar hemen her metninin ilk okuru olduğum için şanslı hisseden ama göğüsleyebileceğine emin olduğum için de acımasızca eleştirmekten geri durmayan, onun ürettiklerine profesyonel bir şekilde yaklaşabilmekle her daim gizliden gizliye öğünen ben, sonunda yelkenleri suya indirdim. Galiba olgunlaşmaya başlamış olacağım ki babamın olgunluğunu görebilmeye başladım satır aralarında. “Yazdıklarından ayrı olmadığı” hakikati ile aramdaki perde kalktı ve tüm bu güzellikleri aslında onun görebildiğini keşfettim. Olan oldu ve ben yeni bir babamla tanıştım. Kırklanmış Portreler’de o kadar çok metinde şu cümle çıkacak ki karşınıza: “O gün bugündür ağabey kardeşiz biz onunla.” ya da “O gün bir anda amca yeğen oluverdik.” Editör tarafım bu tekrarların azaltılmasını salık verirken, kızı olarak ilk defa şunu hissettim: Babam ne güzel seviyor birini, ne güzel seviyor ve hiç bırakmıyor hayatı boyunca!
Sadece muhabbet duymakla tüm dünyanın kurtarılabileceğine inanmanın safdillik olduğunu düşünürdüm eskiden, ama Kırklanmış Portreler bana çok açıkça gösterdi ki zor olan buymuş ve babamın dünyasını kurtarmaya yetmiş. Demek ki mümkün, demek ki gerçek. Öyleyse Kırklanmış Portreler’i yalnızca portre değil, bir metot kitabı gibi de okumalı; çünkü babam onlarca güzel insanı hikâye ederken, aynı zamanda onlara ve dahi hayata nasıl güzel bakılacağını öğretiyor dikkatli okuruna. Kimin bu kadar güzel insanla çevrilir etrafı diye sorduruyor; elbette güzel olanın! Üstelik bunu ilk kez de yapmıyor; Yaşa’yan Portreler’de de, Kırk Güzel İnsan’da da yaptığı buydu: Güzelliği bulmak ve çoğaltmak.
Aradığı buydu hayatta ve aradığı o güzelliklere benzeyişler buluyordu tanıştığı insanlarda durmadan, onların kalabalıklarının hep en güzellerine rastlıyordu. Ben bunu ilk kez samimiyetle idrak ettim; onu ve portrelerini anlayabilmek için olgunlaşmam gerekliymiş.**
Hece Dergisi, sayı: 314
Şubat 2023, s.140
*: Öykü yazarı, editör, Türk dili ve edebiyatı öğretmeni.
**: İstanbul, Beykoz, Ağustos 2022