Tarih tekerrürden ibarettir sözü daha çok, eski İngiltere Başbakanı Winston Churchill'in söylediği bir söz olarak bilinmektedir. Oysa ondan 30 yıl önce doğmuş olan 2.Abdülhamit bir sözünde, “Tekerrür eden tarih değil hatalardır” diyerek, Churchill’den bir yıl önce doğmuş olan Mehmet Akif Ersoy ise Safahat’ında yer alan bir şiirinde bu söze yer vererek, işin aslının farklı olabileceğini ortaya koymuştur. 1915 yılında Çanakkale’yi geçemeyeceğini anlayan Churchill’in o sırada söylediği ve -tarihin tekerrür etmemesi için- bizim asıl bilmemiz gereken sözü kanaatimce şudur:

 “Savaş hukukuna göre zehirli gaz kullanmak yasaktır; biliyorum. Amma zehirli gazı insanlara karşı kullanmak yasaktır! Türkler Müslüman’dır. Dolayısıyla da insan sayılmaz hiçbiri! Yani, Türklere karşı rahatça zehirli gaz kullanabiliriz!”

“Müslümanlar İnsan Sayılmazlar, Üzerlerinde Her Türlü Savaş Suçu İşlenebilir” anlamında bir sözü söyleyebilen bir “insan” çok ilginçtir ki 1953 yılında Nobel Barış ödülüne aday gösterilir fakat ödülün itibarı düşünülmüş olmalı ki bunun yerine, gösterildiği diğer dalda (Edebiyat) Nobel ödülü verilir.

Mehmet Akif Ersoy’un tarihin neden tekerrür ettiğine yönelik şiiri ise şöyle:

Geçmişten adam hisse kaparmış... Ne masal şey!

Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?

"Tarih"i  "tekerrür"  diye tarif ediyorlar;

Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?

Tarih dediğimiz şeyi insan oluşturduğu için aslında tekerrür eden de, insan ve onun davranışlarıdır elbette. Son yüzyılda gerçekleşen örneklerden birkaçına kısaca değinelim:

-Birinci Dünya Savaşında 19 milyon insanın ölümünden dersini alamayan yetişkinler İkinci Dünya Savaşını çıkarmayı ve 60 milyon insanın ölümüne neden olmayı başardılar. Gerekli dersi yine alamayan yetişkinler savaşın birde soğuk olanını deneyelim dediler ve 1947 ile 1991 yılları arasında devam eden bu denemeden sonra bu sefer terör örgütlerini kullanarak farklı bir savaş yöntemine başvurdular. Zaman zaman iki ülke arasındaymış gibi gösterdikleri savaşları ve çıkarttıkları iç savaşları da dahil ederek, Gizlemeye çalıştıkları aşikar bir Üçüncü Dünya Savaşını halen sürdürmekteler. 

Bazı depremlere de kısaca değinmekte fayda var:

-2004 Hint Okyanusu depremi ve tsunamisi, merkezi Endonezya’nın Sumatra adası açıklarında olan depremdir. Hint Okyanusuna kıyısı olan karaları vuran, yüksekliği 30 metreye kadar çıkan tsunamiler üretti ve bu nedenle on dört ülkede 230 binden fazla kişi öldü. 9.1 ila 9.3 olan büyüklüğüyle, bugüne kadarki en büyük üçüncü depremdi. Süresi 10 dakikayı bulmuştu. İnsanların hazırlıksız yakalanmış olması ve bölgeyi terk etmemekte ısrar edenler ölü sayısının bu kadar çok olmasının nedeni olarak belirtildi. (Wikipedia.org)

Kısaca özetlediğim bu haberdeki “hazırlıksız yakalanmış olmak” ifadesi, çoğu depremden sonra ölü sayısının normalin üzerinde olmasını izah etmek için kullanılan bir ifade.

Ülkemizde 1939 yılında Büyük Erzincan Depremi 7.9 şiddetinde gerçekleşmiş ve 33.000 can kaybına neden olmuştu. “Hazırlıksız yakalanmak ve kış şartları nedeni ile bölgeye ulaşılamaması” burada da can kaybının çok olmasının nedenleri arasında gösterilmiştir.  Hazırlıksız yakalandığımız diğer deprem ise 17 Ağustos 1999 tarihli deprem oldu. Can kaybı resmi rakamla 17.400.  Aradan geçen 24 yılda yine beklediğimiz, beklememize rağmen yine hazırlanamadığımız ve yine tarihin tekerrür ettiği ve yine hazırlıksız yakalandığımız 6 Şubat 2023 tarihli 7.7 ve 7.6 şiddetindeki Kahramanmaraş merkezli depremlerde cam kaybı 15 şubat itibarı ile 35.000. Bu depremlerin petrol kuyularını patlatarak veya kıyımızda demirlemiş savaş gemisinden yönetilerek deprem teknolojisi ile yapıldığına yönelik yorumlar akla, insan sayılmayan Türklere ve Müslümanlara karşı her türlü savaş suçunun işlenebileceğini söyleyen Winston Churchill’i getirse de, Komplo Teorilerini şimdilik bir kenara bırakıp;

-Neden Hazırlıksız yakalandığımızı,

-Tarihin yine neden tekerrür ettiğini,

-Yine “Hazırlıksız Yakalanmamak” için ne yapacağımızı,

-Başta kendimiz olmak üzere “Hazırlık Yapması Gerektiği Halde Yapmayarak Görevini Ve Sorumluluğunu Aksatanları, öncelikle ve mutlaka sorgulamamız, bunu yaparken de yardımlaşmamızı engelleyecek, birlik ve beraberliğimizi bozacak söylemlere prim vermememiz gerekiyor.

Ülkemizdeki ve içinde bulunduğumuz coğrafyadaki Ekonomik krizlerin, Askeri Müdahalelerin, İç savaşların, Dış savaşların, depremlerin ve doğal afetlerin normalin çok üzerinde can yakmaya devam etmesi, “bir musibet bin nasihatten evladır” Atasözünün artık geçerliliğini yitirdiğini gösteriyor. Bu yüzden bir Şaman Atasözü ile yazımızı bitirelim.

“Bu neden sürekli benim başıma geliyor” diyen bireylere ve toplumlara Şamanlar şöyle söylüyorlarmış: “Demek ki alman gereken dersi almamışsın.” Ve ekliyorlarmış:

-Ders, sen öğrenene kadar devam eder.