Evet. Başımıza büyük bir felaketin gelmesinden endişe ediyor, kaygılanıyor, felaketin ayak seslerini, işaret fişeklerini, Allah korusun seziyorum.

                Çünkü, büyük bir umursamazlık, vurdumduymazlık, gaflet ve uyku içindeyiz.

               Felaketin  artçı sarsıntıları geliyor ama uyanmıyor,duymuyor, duyamıyoruz.

               Yangın bütün şiddeti ile yol alıyor, üzerimize geliyor, ama bir türlü farketmiyoruz.

               Hiçbir şeyden ders almıyor, bize hiçbir şey ibret olmuyor, narkozlanmış gibiyiz.

               Ümmetin yaşadığı işgalleri, acıları, kan ve gözyaşını, ölümleri, sürgünleri, düştükleri vahim durumu görüyor ama ürpermiyor, ibret almıyor, tedbir almıyor, kendimize gelmiyoruz.

               Afganistan’da, Irak’ta, Arakan, Filistin, Libya, Karabağ, Somali, Mali, Sudan, Bosna, D.Türkistan,Çeçenistan, Mısır,Yemen, Pakistan, Bankladeş,Tunus, Cezayir, Moro, Patani, Eritre,Kıbrıs, hatta Ukrayna’da yaşananlar bize bir şeyler hatırlatmıyor,uyarmıyor.

              Ülkelerinden tehcir olup şehirlerimize kadar muhacir olan, sınırımıza yığılan Suriyeli kardeşlerimizin durumundan ürpermiyor, ders almıyoruz. Neredeyse turist gibi algılıyor, rutin bir hayatın yansıması  gibi görüyoruz.Buralara turist olarak gelmişler gibi davranıyoruz.

              Televizyonlar da iç çatışma ve savaşları, en ufak bir üzüntü duymadan izliyor, insanların parçalanmış çesetlerine bakarken, harıl harıl yemek yemeye, çay içmeye devam ediyoruz.Cinayetleri, bombardımanları, kan ve gözyaşını film modunda seyrediyoruz. Savaşları, katliamları, yerle bir olan şehirleri, rutin olaylar gibi görür olduk. Alıştık, alıştırıldık.

             İnsanların başına gelenleri bir insan olarak, Müslümanların başına gelenleri bir Müslüman olarak hissetmez,hissedemez, duyamaz olduk.

            Müslümanlar, komşularımız, kardeşlerimiz bu halde iken, tehlike sınırlarımıza dayanmış, içimize girmek üzere iken, biz har vurup harman savurmaya devam ediyoruz.

           Patlayıncaya tıksırıncaya kadar yemeye, sofralarımızda çeşit sayısını artırmaya, iftar pıroğramları düzenlemeye, iftar ile şov yapmaya, karnı toklarla iftar yapmaya,hiç bir şey yok gibi çalıp oynamaya devam ediyoruz.

           Sınırımızda insanlar açlıktan ölürken, karton, ot ve yaprak yerken, biz onları besleyebilecek kadar yemek ve ekmek artığını çöpe atıyoruz.

           Her alan da israfa, savurganlığa, yık yapa, olmadı değiştirelime, lükse, yapılanı beğenmeyip yenilemeye, lüks arabalar binmeye, pahalı marka giyinmeye  devam  ediyoruz. Telefon, b.sayar ve kız arkadaştan başka ideali olmayan bir gençlik ile nereye gidiyoruz?

          Allah’ın bize sunduğu bunca nimete şükretmemeye, tabiat ve kainattan , kainat ayetlerinden ders almamaya, nimetlere basmaya, kaldırıp atmaya, kirletmeye, musluklarımızdan şarıl şarıl akan suları israf etmeye,hayat kaynağımız, can damarımız, nur gibi, billur gibi su akıtan derelerimize her türlü atığı atmaya, bize her türlü gıdayı veren toprağımızı kirletmeye, çevreye, caddelere, sokaklara, parklar çöp atmaya, harrrrt diye yerlere tükürmeye, izmaritleri hiç utanmadan lak diye sokağa atmaya devam ediyoruz.

           Açılıp saçılmaya, yatak odasında olması gerekenleri parklarda yapmaya, uluorta aşufteliği, en iğrenç sapık ilişkileri hak saymaya,bunlar için hak aramaya, her türlü namussuzluğu işlemeye, çalmaya çırpmaya, haram yemeye, kul hakkına tecavüz etmeye,dedikodu, gıybet ve iftirayı alabildiğine yapmaya, orucu sadece aç durma olarak uygulamaya, namazı bir beden hareketi ve bir ritüel olarak yapmaya, Hac’cı; turistik bir gezi, oraları da görme, biraz da dini sos ile soslamaya, yardımları, infakı, zekatı, fitreyi, fidyeyi  en azından ve göstere göstere vermeye, raklam ve desinlere dönüştürmeye devam ediyoruz.

                  Haksızlık ve hukuksuzluk yapmaya, haksız olduğumuz halde özür dilememeye, hakkı iade etmemeye, geriye dönük muhasebe yapmamaya, hakkını ve hukukunu gasp ettiklerrimizin  hakkını iade etmemeye, elimize geçirdiğimiz kurumu özel çiftliğimiz gibi yönetmeye, yetki elimize geçince kıral olmaya, tarafsız ve adil olmamaya, meselelere partizanca bakmaya ve yorum getirmeye, adaletle yaklaşmamaya,birbirimizi yemeye, meselelere;parti,mezhep,cemaat, tarikat,meşrep, kavim, kabile, aşiret, akraba, bölge, il ve benzeri ayrıştırıcı, ilkel, cahiliye alışkanlığı  ile bakmaya devam ediyoruz.

                  Bütün bunlar olurken, tehlike kapımıza dayanmışken, biz hala mevki, makam, para, kat, yat peşinde koşmaya, vekil olmak için, bakan olmak için, başkan, müdür, muhtar olmak için can atıyoruz.Yangın ülkeyi çepeçevre sarmışken biz hala, iktidarı nasıl ele geçiririm, en karlı bir koalisyona nasıl ortak olurum, en önemli bakanlıkları nasıl alırım hesabındayız.  Kapitalizme ve emperyalizme maşa olmaya, ülkeyi ayrıştırmaya, parçalayıp kafirlere kolay yem olmaya, Büyük izrail hesaplarında kullanılmaya devam ediyoruz. Kurbanlık koyun gibi; önünde ki koyunun kurban edildiğini, kesildiğini ve doğrandığını gören, kurban olmak için sırasını bekleyen, ama önüne koyulan yiyecekleri hiç umursamadan, kurban edileceğini anlamadan ve görmeden yemeye devam eden koyun/kurbanlık gibiyiz. Birkaç dakika ya da saat sonra bizi de keseceklerini anlamıyor, algılamıyoruz.

                Evet. Allah korusun, başımıza büyük bir felaketin gelmesinden, kapımıza dayanmış mağdur ve mazlum muhacirler gibi olmaktan büyük endişe duyuyorum. Yıllardır ve halen terör,deprem,sel,heyelan, tırafik kazaları,maden kazaları,darbeler,taciz,tecavüz, cinayetler, her türlü ahlaksızlıklarla felaket gelmiş zaten.Ama daha büyüğünden endişe ediyorum.

                Endişem; hala ders almaz, uyanmazlığımızdan, kardeş, tek millet, tek Ümmet  ola- madığımızdan, afyonlanmamızdan, uyuşmamızdandır. Allah’a sığınıyor, merhamet dileniyor, “YA RAB! BU VATANI VE BU MİLLETİ,ÜMMETİ UYANDIR VE KORU” diye dua ediyorum.