Bir 28 Şubat’ı daha geride bıraktık.

                   Kirli, uyuz, pis ve alçak bir  darbenin yıldönümüydü bu tarih.

                  1997 Yılının 28 Şubat’ı, tarih de postmodern darbe olarak yer aldı.

                  Bu darbenin üzerinden 22 yıl geçti.  23. Yılına ayak bastık.

                  Bu darbe; bir milletin kendi evlatlarının kendine yaptığı, dış mihraklı ve içerden işbirlikçi bir operasyon olarak, tarihimizin kara sayfalarına geçti.

                  Ne oldu ve nasıl başladı bu darbe?

                  27 Mart 1994’de rahmetli Erbakan liderliğindeki Refah Partisi’nin mahalli seçimlerde yaptığı atak ile başlayan sürecin neticesi olarak ortaya çıkmıştı.          

                   Söz konusu seçimlerde RP, 6 büyük şehir (İstanbul, Ankara, Konya, Kayseri, Diyarbakır ve Erzurum), 22 İl ( Tırabzon, K.Maraş, Elazığ, Malatya, Sivas, Sakarya, Ş.Urfa, Van, Rize, Muş, Ağrı, Kütahya, Bingöl, Bitlis, Tokat, Çorum, Batman, Karaman, Siirt, Adıyaman, Bayburt, Yozgat ), 295 İlçe ve belde belediyesini almış, % 19.07 oy oranıyla 2. parti olmuştu.

                  Kökü dışarda güçlerin tezgahları bu seçimden sonra başladı.

                  Belediye hizmetlerinde “milat” olan bu  seçimden sonra halk hizmet gördü. Geceli gündüzlü bir gayret, bir çalışmaya muhatap oldu. Yokluklara rağmen “Tekeden süt çıkarıldı.”

                   Ardından 24 Aralık 1995 seçimlerine gelindi. Mahalli idarelerdeki muvaffakiyet genel seçimlere yansıyarak, RP, % 21.38 oranında bir oyla 1.parti oldu ve 158 vekil çıkardı.

                   RP’ni dışarda bırakacak koalisyonlar denendi, ama uzun ömürlü olmadı.

                   28. 6. 1996’Da RP-DYP ortaklığında “REFAHYOL” hükümeti kuruldu ve rahmetli Erbakan Başbakan oldu.

                    Postmodern darbeye giden yolların taşları açıkça ve aleni olarak döşenmeye başlandı.

                    İran, Mısır, Nijerya ve hususen Libya ziyareti istismar edildi. Olduğu gibi değil de, şer amaçlara uygun takdim edildi.

                    Derken, Aczmendi,  Fadime Şahin, Ali Kalkancı, Susurluk kazası, Sürekli aydınlık için bir dakika karanlık eylemleri, Şükrü Karatepe konuşması, Başbakanlıkta Erbakan’ın tarikat şeyhlerine iftar vermesi ve bir yığın entrika, algı, yalan haber, dezenformasyon, Bizans oyunu, basın-STÖ, Yargı ve bir kısım rütbeli maşa işbirliğiyle, Kudüs gecesine gelindi. Sincan’ða düzenlenen bu gece tamamen istismar edilerek, 4 Şubat 1997’de tanklar yürütüldü. Adına “Demokrasiye balans ayarı” dendi. “İrtica’ nın “PKK” dan daha tehlikeli olduğu sapkınlığı dile getirildi.

                     Ardından, 28 Şubat MGK kararlarıyla, bir yığın millet ve milli değerler aleyhine kararlar alındı, hükümete dayatıldı. RP’ne kapatma davası açıldı ve “yeşil sermaye” taarruzları başladı. Yargı mensupları Genelkurmaya çağrılarak, irtica  birifingleri verildi ve yargı emir altına alındı.

                       18 Haziran 1997’ye gelindiğinde Erbakan, ortağı Çiller’e devretmek üzere, istifa etmek zorunda kaldı. Demirel, hükümeti kurma görevini Çiller’e değil, Mesut Yılmaz’a verdi ve bir postmodern darbeyle, REFAHYOL hükümetine son verildi,

                        Devamında İmam Hatip ve meslek liselerine üniversitelere girme engelleri, tüm okul ve üniversitelerde başörtü yasağı, ikna odaları, fişlemeler, sırf namaz kılıyor ya da eşinin başı örtülü diye  Ordudan atmalar, Ordudan atılanlara hiçbir yerde çalışmama yasağı, deri toplama yasakları ve bir yığın gayrı islami, gayrı milli ve gayrı yerli icraatlara, hukuk dışı, akıl ve izan dışı uygulamalara girildi. Ekonomi hortumlandı, çökertildi.

                        Malum Persinvanyalı’nın; “Başörtüsü füruattır” deyip, binlerce Müslüman genç kızı yalnız bırakması, Erbakan’a “Beceremediniz, çekilin” diye gazetesinde manşet attırması, ilk seçimde Ecevit’ ten beş vekil kontenjanı alıp,  O’na destek vermesi, ilk şefaat edeceğim kişi “Ecevit” demesi, malum mihrakların hançerinden daha büyük ve zehirli oldu.

                        Ne yazık ki, daha sonraları tamamen devleti ele geçirmeleri, ne istedilerse verilmesi şeklinde tarihi hatalar tekerrür etti.

                        28 Şubat postmodern darbesi, tek kelimeyle AKIL TUTULMASI idi.

                        Milletin tanklarının namlularının, emperyalist ve ziyonistlere çevirmek yerine, millete çevrildiği, seçilmiş milli ve yerli bir hükümetin idareden el çektirildiği,

                      Orduda, kamuda binlerce çalışana Çin işkencesi yapıldığı,

                      Gençlerin şiddete maruz bırakıldığı,

                       Binlerce kamu çalışanının işten atıldığı,

                      Anadolu’unun çorak toprağından çıkıp okumak isteyen, Nene Hatunların kızlarının okutulmadığı, okumak için yurt dışına çıkmak, dünyanın birçok ülkesinde,gavur ellerde okumak zorunda bırakıldığı,

                      Müslüman genç kızların öz vatanında parya haline getirildiği, kendi vatanında okuyamayıp, gavur ilinde okumak zorunda bırakıldığı, “kendi yöneticilerinin okutmadığı, ama gavurun okuttuğu” gibi görülmemiş bir tenakuzun yaşandığı,

                     Akıl, izan, insanlık, hukuk, medeniyet, vicdanın kabul etmediği, bunların hiçbiriyle izah edilemeyecek bir “pislik” darbe idi.

                     28 Şubat; Pırof. Dr. N.Erbakan gibi, emperyalizme, ziyonizme, kapitalizme ve faizci sömürü düzenine karşı çıkan, sürekli bu tehlike ve tehditlere vurgu yapan, sanayileşmenin zaruretini ortaya koyan, milli ve yerli bir mühendisin, akademisyenin, ilim adamının, devlet adamının, bir bilge insanın süründürülmesi, tasfiye edilmesi ve en yakınları tarafından yalnız bırakılması pırojesi idi.

                     Emperyalizmin ve ziyonizmin, içerdeki gafil, hain, sapkın ortakları ile halkın arkadan hançerlendiği bir büyük facia idi.

                      Malum dış çevrelerin bu toprağın sahibi Müslümanları sindirme ve daha sonra da dönüştürme ve küresel sisteme entegre etme pırojesi idi.

                      Küresel eşkıyaların yeni ortak arayışları ve yükselen İslami uyanışı bertaraf ve kendi düzenlerine entegre edecek yeni partner arayışlarının tezahürü idi.

                      Bugünden şikayetçi olanlar, 28 Şubat’a bakmaları, o zaman kimin yanında yer aldıklarını düşünmeleri ve bu günü kendi elleriyle hazırladıklarını ya da büyük bir gafletin sonuçlarını yaşadıklarını anlamalı, kabahati kendilerinde görmeliler.

                    Müslümanlara düşen vazife ise, geçmişin intikamını almak değil, ders çıkararak, hukuku, adaleti, ahlakı, doğruluk ve dürüstlüğü tesis etmeleri, hakim kılmaları, bir “ADALET CUMHURİYETİ” oluşturmalarıdır.

                    Kasa ve masaya sahip olma gaflet ve dünyalığına düşmemeleri,, direksiyonun başına geçince her şeyi meşru görmemeleri, düzeni sahiplenmemeleri, kapitalizme abdest aldırmamalarıdır.