Avustralya’da ikamet eden ve geçenlerde misafirim olan değerli kardeşim Ahmet Şahingöz anlattı.
Çok ilginç ve bir o kadar da komik olan, 1950’li yılların sonlarında, Celal Bayar’ın Cumhurbaşkanı olduğu dönemde, kayınbabasının asker de iken yaşadığı ve şahit olduğu bir olayı aktardı bana.
Sadece komik olmakla kalmayıp, askeri yapı ve dokunulmazlarımız hakkında da ibret verici bir hikaye olduğu için köşeme almayı ve kamuoyu ile paylaşmayı faydalı gördüm.
Kayınbabası Yaşar Bey’in şahit olduğu ve 1959-60 yıllarında asker olduğu Ankara-Etimesgut’ta yaşamış olduğu hikaye şöyle:
*Yaşar bey Etimesgut’ta askerlik vazifesini yapmaktadır. Kendisiyle beraber üç arkadaş ve kafadardırlar.
Arkadaşlarından ikisi, yaşar beye haber vermeden bir senaryo hazırlarlar. Senaryo ile ilgili kendi aralarında gizli gizli konuşmakta, Yaşar bey yanlarına yaklaşınca konuşmayı kesmekte ve haberi olmaması için susmaktadırlar.
Yaşar bey bundan çok rahatsızdır ve ikide bir; ‘’ Ne konuşuyorsunuz’’ diye sormaktadır.
Çok ısrar edince de, ‘’ Yakında bize izin var. Bir ay veya en az 15 gün izine çıkacağız’’ der iki kafadar.
Yaşar bey; ‘’ Bana da söyleyin, ben de müracaat edeyim, ben de izine çıkayım ’’ diye sormaya ve ısrar etmeye devam etmektedir.
Çünkü, askerde izin çok ama çok kıymetlidir. Hele, 15 gün veya bir ay olursa, müthiş bir kazanımdır. Askerlik yapan herkes, bir gün iznin, haftada bir gün çarşı iznine çıkmanın bile ne kadar değerli olduğunu bilir.
İki kafadar asker de; ‘’Askeriyenin sana ihtiyacı var!, sen kal, askerlik yap, izin kullanma’’ demekte, biraz da,kendileri için,’’ izin tamammış’’ gibi alay etmektedirler.
Bir Pazar iznine çıkan iki kafadar asker, önce Ulus’a, oradan da Ankara kalesine çıkarlar.
Ora da düşünüp, senaryoyu hazırlar ve Cumhurbaşkanı C.Bayar’a bir mektup döşerler.
Mektup da; ‘’ Bizler, Cumhuriyet çocukları olarak Etimesgut’ta askerlik yapıyoruz. Pazar iznine çıkıp Ulus’a gittik. Ata’mızın heykelini gördük. Ama çok üzüldük ve ağladık. Çünkü, Ata’mızın heykelinin üzerinde kuş pislikleri vardı. Bu bizi ziyadesiyle üzdü. Bunun temizlenmesini arz ediyoruz’’ diye yazarak, postaya verirler.
Mektup, bürokrasinin bilinen işleyişiyle C.başkanının eline hiç geçmez ve C.başkanlığı bürokratlarınca Ankara Belediyesine havale edilir. Belediyenin görevi olduğuna dair bir üst yazı da mektuba eklenerek.
Belediye de; vazifeleri olmadığına dair bir üst yazı ekleyerek, mektubu askeri birliğe gönderir.
İki kafadar asker, bugün yarın ödüllendirileceklerini, ödülün de, en az 15 gün ‘’izin’’ olacağı hayalleri ve heyecanıyla beklerler. Öyle ya, Ata’mıza o denli bağlılar ve heykelinin kirli olmasına bile tahammülleri yok! Cumhuriyete ve Ata’ya bağlılıkları, bu mektup ile ortada! Ata’ya bu denli bağlılığın, Bayar nezdinde mutlak karşılığı olacak ve bu iki asker mutlaka ödüllendirilecektir! O zamanın ve birçok zamanların en önemli ve tek değer yargısı Ata’ya olan bağlılık değil midir? Asker de bile, askeri başarıların başında yer almakta ve anahtar rolü görmektedir.
Askerler için de, iznin ne kadar önemli olduğu, bir izin için nelere katlanıldığı, ne numaralar çekildiği, bu kafadarların senaryosu ve çabaları ile ortadadır.
Aradan epeyce bir zaman geçer ve bu zaman zarfında Yaşar bey tekrar tekrar; ‘’Bana da söyleyin, ben de izin kullanayım, ben de faydalanayım’’ demeye ve ısrar etmeye devam eder. Ama, kafadar iki asker, asla söylemiyor,’’ üç kişi olursa, çok olur ve izin işi suya düşer’’ diye düşünüyorlar.
Bir gün, ‘’ deli’’ lakaplı Başçavuş’un postası gelir ve iki kafadar askere; ‘’Başçavuş sizi çağırıyor’’ diye haber verir.
İki kafadar er, büyük bir sevinç ve heyecanla; ‘’ Tamam, izin çıktı, onun için çağrıldık’’ inanç, ümit ve hayaliyle Başçavuş’un odasına doğru yol alırlar.
Yaşar bey de peşlerinden koşar ve onlara; ‘’Bu işin içinde Yaşar’da var deyin’’ diye bağırarak, işe dahil olma ve izin nimetinden yararlanma ümidini hala taşımaktadır.
Nasıl olduğunu bilmeden ve bir türlü öğrenemeden, çıkacak izinden kendisinin de yararlanmasını sağlamak için çırpınmaya devam etmektedir.
İki kafadar er, Başçavuş’un odasına girerler. Yaşar Bey de peşlerinden odanın kapısına kadar gider. Olan biteni izlemek ve dinleyebilmek için.
Oda da 5-6 dakika bir sessizlik olur. Ondan sonra sesler, bağırma ve feryatlar yükselir.
Yaşar bey bağırmaları duyunca, geriye, revire doğru hızla kaçar.
Yarım saat sonra iki kafadar da revire gelir. Yaşar bey bunları tanımakta güçlük çeker.
Yüz ve gözleri şişmiş, balona dönmüş, kızarmış ve morarmış durumdadırlar.
Yaşar bey, endişeyle sorar: ‘’ Ne oldu size, bu haliniz ne, ne yaptınız?’’
Yine, bu sefer işin içine dahil edilme korku ve endişesiyle ile ilave eder: ‘’ Yaşar bu işin içinde var dediniz mi ? ’’
Yaşar bey, o günkü heyecanı bir daha hatırlayarak ve yeniden yaşayarak; ‘’Allah’tan dememişler. Yoksa, aynı yüz operasyonuna ben de tabi olacaktım’’demiş.
Başçavuş bunlara çok fena kızmış,’’ Size mi kaldı Atatürk heykelinin üzerinde ki kuş pisliği’’ diyerek, bir güzel pataklamış.
Sadece dövmekle de kalmamış. Ceza olarak, her sabah, uzun bir merdiven, bir kova su ve fırçayı ellerine vererek, Etimesgut’tan Ulus’a kadar yaya yürütmüş ve heykeli bunlara temizlettirmiş.
Muziplik sırası Yaşar beye gelmiş ve bir hafta sonu, izine çıkıp dönünce bunlara; ‘’Atatürk’ün ………. yerinde pislik kalmış, iyi temizlememişsiniz, bak Başçavuş’a söylerim ‘’ diye de takılıvermiş.
Ben bu hikayeye çok güldüm.
Sadece gülmekle kalmayıp, çok da düşündüm!...*