Dünya Müslümanlarının içine düştüğü pek çok sapkınlıklardan biri de mezhepçilik ve buna dayalı husumet ve ayrışmadır. Mezhep taassubu, Müslümanların en büyük ve en kara cehaletlerinden, kendi başlarını yiyen, en büyük baş belalarından biridir.

 

           Yani Şii, Sünni, Alevi bağnazlıkları ve diğerleri.

           Dinimiz İslam’da olmayan, sonradan dine sokulmuş, ama dinin önüne geçmiş, yerini almış, hatta dinden çok daha mühim hale getirilmiş, kangren bir mesele halini gelmiş şu  mezhepçilik hastalığı, bid’at ve sapkınlığından sözediyor, kardeşi kardeşe kırdıran, düşman eden ve savaştıracak kadar akıl, izan ve İslam dışı, içine düştüğümüz kör bir cehaletten bahsediyorum.

          Emperyalizim ve siyonizmin işine gelen, onlara hizmet eden, sürekli kullandıkları, Müslümanların gücünü kırdıkları ve devamlı zayıf bırakmaya vesile ettikleri, bizim üzerimizdeki sömürü ve egemenliklerini sürdürdükleri, en büyük ahmaklıklarımızdan, aptallık ve kara cahilliklerimizden sadece biri ve belki de en büyüğü. Bir diğeri de kavmiyetçilik.

          Şu Irak’ta, işgalden bu yana süren vahşete bakınız!

          ABD’nin Haçlı ruhuyla saldırıp işgal ettiği, insanlık tarihinin en alçak katliam, soykırım, taciz, tecavüz ve işkencelerini yaptığı bu ülke de, mezhep ayrılığını ve fitnesini körükleyerek çekildiği, çekildiğinden beri de birbirine kırdırdığı, kendilerinin ise oturup keyifle seyrettiği, insan öldürmenin rutinleştiği ve gündelik işler arasına girdiği, ‘’Ana gibi yar, Bağdat gibi diyar’’ sözüne ev sahipliği yapmış şu eski Osmanlı toprağına bakınız!

        Oradan geri kalmayan şu Suriye ve Yemen’e, bize ve diğerlerine bakınız!

         Aynı Allah’a, Peygambere, Dine ve Kitaba inanan kardeşlerin, ümmetin haline bakınız!

        Şii ve Sünniliğin içi içe, yan yana durduğu, Lübnan’nın kuzeyinde faaliyet gösteren Sünni guruplardan olan, ‘’Tevhid Hareketi’’nin merhum lideri Şeyh Said Şaban’ın, 1989 yılında ve bir Kurban Bayramında verdiği hutbe de, bu konu ile ilgili yıllar önce, özet başlıklar halinde bakınız ne diyor:

        ‘’Dinde ki en büyük bid’at, İslam ümmetinin Şii-Sünni diye guruplara ayrılmasıdır…

           Müslümanların Şii-Sünni, Sufi-Selefi, siyah-beyaz gibi çeşitli fırka ve guruplara ayrılması, karşı konulması gereken en büyük suçlardan ve en karanlık bidatlerden biridir…

           Din de tefrika oluşturmak amacıyla yapılan her türlü ayrıştırma HARAMDIR…

           HER KİM SELEFİ VEYA SUFİ, SÜNNİ VEYA Şİİ KİMLİĞİNİ ÖN PİLANA ÇIKARIRSA, BİLİN Kİ O, İSLAM ÜMMETİNİ BÖLMEK İSTEYEN YALANCIDIR…

            Müslümanlar İSLAM’IN dışında hiçbir kimliği KABUL ETMEMELİDİRLER…

            KURBAN, SENİNLE YÜCE ALLAH’IN  RIZASI ARASINA GİREN HER ŞEYİ, ONUN RIZASINI ELDE ETMEK İÇİN FEDA ETMEKTİR.’’

            Ne yazık ki, bu güzel sesler, bu güzel mesajlar, Dinin aslına ait bu konuşmalar duyulmuyor, dinlenmiyor. Kör cehalet ve mezhep taassubu, gözleri kör, kulakları sağır ediyor, beyinleri dumura uğratıyor.

           Çok çok acıdır ki, ülkemizde bile bu işe alet olan ehli tasavvuf önderleri, eli kalem tutan yazarlar, tarihçiler ve sözde aydın Müslümanlar, İlahiyat mensupları, siyasetçiler bile var!

          Şii düşmanlığı ya da Sünnicilik yapmayalım dediğinizde; ‘’Biz yapmasak ta onlar yapıyor. Sen ne kadar kardeş desende onlar demez, demiyor. Onlar ehli sünneti tekfir ediyor, düşman görüyor’’gibi savunmalara sığınıyor, adeta başkasının küfrü üzerinden, bizim küfre düşmemize fetva ve cevaz veriyorlar. Başkalarının hatasını, bizim hatamıza gerekçe ediyorlar.

             Tıpkı,’’ falancılar hırsızlık yapıyor, bizde yapalım’’ demeye getiriyorlar. Başkalarının hırsız, katil, namussuz, sahtekar, yalancı ve benzeri hataları, sapkınlıkları yapması, bizim yapmamıza gerekçe olabilir mi? Ya da, başkalarının İslam dışı düşünce ve eylemlerde bulunması, bize ruhsat olabilir mi?

             Bir yanda, ateiste bile hoşgörü ve hukuki güvence hakkını veren, diğer yanda ise, sırf mezhep farklılığı nedeniyle kardeşini tekfir eden ve düşman gören bir anlayışla karşı  karşıyayız. Ateiste, Hıristiyan ve Yahudiye gösterilen tolerans,farklı mezheplere gösterilmiyor.

              Hiç kimse Hz. Peygamberimizin, bu mezheplerden birine aidiyeti var mı diye sormuyor, sorgulamıyor. Hz. Ali, Osman, Ömer, Ebubekir ve Sahabe, Şii ya da Sünni miydi diye dönüp bakmıyor! Bir Müslümanın düşebileceği en son karanlığa, bataklık, sapkınlık ve İslam dışılığa, maalesef en başta düşüyorlar.

           Bırakınız zerre kadar  iman sahibi olmayı, insanlığın zerresini taşıyan bir Müslüman bu sapkınlığa alet olamaz, çanak tutamaz, tarafı olamaz.Tam aksine, bu ayrılık ve İslam dışılığın ortadan kalkması çabası içinde olmalı, herkes elinden geleni yapmalıdır.

            Ben ne Sünni, ne Şii, ne Alevi, ne Sufi, ne Selefi değilim.

            Ben ne sağcı, ne solcu, ne muhafazakar, ne çağdaş, ne partici, ne cemaatçi, ne ilerici, ne gerici değilim.

            Ben ne şucu, ne de bucu değilim. BEN SADECE İNSANIM VE MÜSLÜMANIM.

            ‘’MÜSLÜMAN ve ÜMMET’’ dışında hiçbir isim, sıfat ya da takıyı kabul etmiyor,

reddediyorum. Irkı, rengi, inanç ve düşüncesi ne olursa olsun herkesi, hukuku ve haddini bildiği sürece  ‘’insanlık kardeşim,’’ ‘’La ilahe İllallah Muhamedun Resulullah’’ diyen herkesi de ‘’hem insanlık, hem de İslam kardeşi’’ olarak görüyorum.Farklılıklardan dolayı husumeti, ayrılığı ve hele hele kavgayı, cehaletlerin en büyüğü, vatana ve millete ihanet, emperyalizim ve siyonizme en büyük hizmet olarak görüyorum. İlle de bir gurup, cemaat ve benzeri bir şemsiye altına girmem gerekiyorsa, en küçük cemaatim, gurubum ya da şemsiyem Türkiye ve 77 milyondur.