1976’da Çanakkale’ye ilk gidişimizde bu gözden uzak şehrimizin sakin ve buram buram tarih kokan havasının daha ilk anda etkisi altına girdik ve hem beri yandaki şehitliği hem de asıl kanlı savaşların olduğu Gelibolu, Seddülbahir, Arıburnu’nu ziyaret ettik.. Toplam 250.000  insanımızın öldüğü  savaş alanlarında yürürken çok etkilendik.Milliyet gazetesi’nin öncülüğünde toplanırken   öğrenci olan bizlerin de  katkıda bulunduğumuz küçük küçük paralarla yapılmış olan dev Çanakkale Şehitler Anıtı na gittik.. Ortalıkta yabancı memleketlerin bu tip  yerlerde kurdukları müze  gibi şeyler yoktu.Meselâ Napolyonun en büyük yenilgisine uğradığı Waterloo meydan savaşının olduğu Belçika’nın Brüksel şehrinde gördüğümüz 360 derecelik dev  kapalı sahada kurulu müzede gördüğümüz canlandırmalar, ve adeta gerçek savaş alanını  geziyormuş duygusunu veren ve ölümü hatırlatan nasıl bir koku ise onun da özeliikle salındığı muhteşem yeri hatırlatacak bir minik müze dahi yoktu . Sadece oralı bir ilkokul öğretmeni’nin mübarek elleriyle bıkmadan üşenmeden günler,aylar ve yıllar boyunca savaş yerlerinden ,siperlerden eşeleye eşeleye çıkarıp bir araya getirdiği eşyaları sergilediği kendi evi civarındaki küçük salonu gezmiştik..Traş bıçakları,kalemler,gözlükler, pipolar, çakılar, anahtarlar, cüzdanlar gibi kişisel eşyalar ve asıl etkileyici şeyler olan mektupları inceledik.Birkaçını okuduk.Bazıları orada savaşmakta olan yedeksubaya Üsküdardaki annesinden gelmiş olan mektup gibi şehidin üzerinde kalıp toza toprağa karışmış olanlar, bazıları ise ta dünyanın öbür ucundaki Yeni Zellanda’dan gemilere doldurulup  getirildikleri Çanakkale boğazı girişinde büyük filikalara bindirilerek karada bulunan Türk askeri’nin üzerine salınan herşeyden habersiz yabancı askerlerin ailelerine göndermek üzere yazdıkları ama daha postacıya veremeden vurulup öldükleri için ayni şekilde yerlere savrulup tozun taşın toprağın arasında kalmış cüzdanların içinden çıkmış mektuplar idi.Her mektup ayrı bir ailenin içinde bulunduğu yürekler acısı durumları size kuvvetle hissettiriyordu..                           

                                                                                                                                 ***

Uzaktan getirilmiş olan o askerlere verilen isim ANZAC idi.. Avustralya ve Yeni Zellanda Askeri Birlikleri ‘nin kısaltılmış şekliydi.. Bunların torunları son yıllarda savaşların yıldönümü olan 18 Martlarda  yüzlercesi  toplanıp uçakla bir günlük mesafeden gelerek dedelerinin filikalarla karaya çıkarken vurulup öldükleri yerlerde Şafak Ayini adı verdikleri törenler yapmaya başladılar, bunlar dedelerinin kutsal bir amaç uğruna savaşa gittiklerini düşünüyor ,İngiliz başbakanı Churchill tarafından hazır kurbanlık diye seçildiklerini düşünmüyor,  Avustralya ve Yeni Zellandayı düşman istilâsından kurtaran hürriyet şehitleri imişler gibi saygı gösteriyor, bizim yöneticiler de (mecburen) büyük anlayış ve hoşgörüyle onlara ev sahipliği ediyorlar herhangibir rahatsızlık, aksilik olmasın diye gayret ediyorlardı..   Aklımıza gene gemilere doldurulup gene hemen hemen ayni mesafedeki yerlere savaşmak üzere yollanan Türk gençleri geliyordu.. 1954 yılında Kore diye o zamanlar adını yeni duydukları bir yere hiç  üstümüze vazife değilken NATO ‘ya girebilmek isteğiyle Amerika’nın  talebi üzerine yollanan ve bin kişisi ölüp orada kalan, halâ bir kısmı aramızda yaşamakta olan ve KORELİ diye anılan ( herkesin tanıdığı manav Sadettin onlardan biridir) bu kişiler de ANZAC lar gibi boşuna savaştırılmış insan evlâtları idi..  Koreli  ve ANZAC’ larda durumlar böyle idi de Barış Manço’nun dediği gibi “Bir kavga başlayınca  nasip kısmet uğruna ,kapağı ver kulbu al derken  kurbanı  hiç soran yok” tu.

Evlerinde oturup dururken İngiliz,Fransız savaş gemilerinin ve ANZAC’ların Çanakkaleden geçip İstanbula gelmesine engel olsunlar diye apar topar silâh altına alınan Türk gençleri süratle Gelibolu ve Çanakkaleye yollanmış ve  akın akın topraklarımıza saldıran bu yabancı insanlara engel olmak için tam 250.000 (ikiyüzellibin) ‘i  vurularak ya da hastalanarak bir daha evine dönememiş , Çanakkale’nin Gelibolu’nun toprakları onlara  mezar olmuştu.. Onların hesabını soran yoktu..

                                                                              ***

İstanbulda bir otelin lobisinde bir gurup ihtiyarın dolaşıp durduğunu görüp bunlardan biri’nin merdiven diye yanlış bir yere yöneldiğini görüp resepsiyondaki görevliye söyleyip uyarılmasını sağladıktan  sonra “kim bunlar” diye sorduğumuzda “Şafak Ayini için gelen hayatta kalmış ANZAC’lar” cevabını alınca o günkü genç yaşımızın şakacılığı içinde “keşke bıraksaydık ta nereye gidecekse gideydi” deyince  sanıyorum azınlıktan olan resepsiyon görevlisinin bana “o zaman Kıbrısa çıkan Türk askerlerini de çukura yürüyorsa uyarmamak mı lâzım” diye cevap vermesi üzerine  “ Kıbrısta EOKA’cılar Türk ailelerini banyo küvetinin içinde kesiyorlardı, onları kurtarmak için gidildi, buralarda ANZAC’ların akrabalarını kesen falan yoktu, onların burada hiç işleri yoktu “ dememizi hatırladık..

                                                                                             
                                                                                       ***                                                                                     

Russel Crowe adındaki filmci ,rol aldığı veya son yıllarda yönettiği hemen hemen bütün filmlerinde ciddi konuları  ele almış ve çok güçlü karakterleri canlandırmış bir kişi olarak tanınır.. Gladyatör,Akıl Oyunları,Nuh gibi önemli filmleri ve Oscar ödülü vardır..Kendisi yaklaşık bir yıldır Cem Yılmaz ve Yılmaz Erdoğan’a da rol verdiği ve gerek Çanakkale gerek İstanbul ve Avustralyada tamamladığı ve Türkiyede uzun aylar boyunca yaşadığı, orijinal adı “su falcısı“  veya “su’dan bilici” olan , ülkemizde “Son Umut” adı  ile tanıtılan filmi yaklaşık bir yılda tamamladıktan  sonra  şunları söylemiş : “Ben Avustralya’lıyım..Şimdiye kadar sadece Avustralya ile Yeni Zellanda’dan gelip te ölenlerle ilgileniyordum,Türk tarafından kaç kişinin öldüğü aklıma bile gelmiyordu..Bu filmi çevirmem, Çanakkaleyi görmeme ve gerçekleri öğrenmeme  sebeboldu..MEĞER  BİZ GÜNAHSIZ İNSANLARIN  ÜLKESİNİ  İŞGAL ETMEYE  GELMİŞİZ.  Aktörün bu sözleri bundan sonraki senelerde Şafak Ayini’ne gelmeyi düşünenlere mutlaka tesir edecek ve gözlerini açacaktır..                                             

Bu sözler kendisini Avustralyada kötü kişi yaptı ama Türk’lerin kalbini kazandırdı.. Bize de Hollywood şöhretler bulvarında o kadar fazla şöhretin kaldırıma çakılmış anı yıldızlarının içinde bula bula Russel Crowe ‘un  yıldızını bulup resim çektirmiş olmamızdan dolayı mutluluk verdi..