Kitaplar ve kadınlar birçoğumuzun hayatını belirleyen iki önemli unsur. Günlük yaşantısında hiç kitap okumayan insanlar bile en azından eğitim hayatında mecburen kitapla haşır neşir olmak durumunda kalmıştır. Kadınlarsa eşimiz, annemiz veya kız kardeşimiz olarak daima hayatımızın merkezindedir. İngiliz filozof John Ruskin, Susam ve Zambaklar’da işte bu iki konuyu mercek altına alıyor. Kitap, Ruskin’in “Hayatım boyunca ışığa çıkarmaya, göz önüne sermeye çalıştığım, öğrenmekten ve öğretmekten sonsuz bir mutluluk duyduğum, insan hayatı için temel olan gerçekleri dile getirdim” dediği yazıları bir araya getiriyor.

“Kitabın adı niçin Susam ve Zambaklar?” diye sorulabilir. Çünkü susam, kralların hazinelerini bizlere açan bir sihirli sözcüktür ve zamanın İngiliz toplumu o susamdan yapılan sağlığa yararlı bir ekmeğe şiddetle ihtiyaç duymaktadır. Zambak ise kraliçelerin bahçelerinde açan nadide bir çiçektir ve hayatiyetini sürdürmesi için ilgi ve özene ihtiyacı vardır.

Ruskin, bir 19. Yüzyıl filozofu ve sanat eleştirmeni. 1836’da, Oxford’da açılan bir şiir yarışmasında birinci gelerek adını duyuran Ruskin, asıl ününü mimarlık alanında kaleme aldığı yazılarla kazandı. Mimarlığın Yedi Lambası bu türdeki en bilinen eseridir. Daha sonra Sanatın Politik Ekonomisi, Susam ve Zambaklar, Yabani Zeytin Dalından Taç adlı kitapları Ruskin’in ilgi gören eserleri arasında yer aldı. Dönemindeki kültür ve düşünce ortamını şekillendiren önemli entelektüellerden biri olan Ruskin, bugün sadece İngiltere’de değil Avrupa’da hatta Amerika’da bile hatırı sayılır bir çevre tarafından bilinmektedir. Türkiye’de ise bir avuç entelektüelin dışında bu ismi duyan hemen hemen yok gibidir.

Aynı zamanda çok başarılı bir hatip olan Ruskin’in konuşmalarında ortaya koyduğu eleştirileri temelde salt ticari başarıyı, çok çalışarak birikim yapmayı ve dolayısıyla kişisel menfaati ön plana çıkaran Protestan ahlakına yöneliktir. Sanatta güzelliğin yanı sıra toplumsal faydayı göz ardı etmemeyi öğütlerken sanata saygı duyulması fikrini de o ortaya atmıştır. 

Susam ve Zambaklar’a dönecek olursak, eserin ilk bölümünün kitaplara ayrıldığını görüyoruz. Niçin kitap okuruz? Çocuklarımızı okula niçin göndeririz? Ve iyi bir eğitim nasıl olmalıdır? Bu gibi soruların cevaplarını felsefi bir bakış açısıyla bizlere anlatan Ruskin, bu konularda toplumsal kabullerin ve basmakalıp düşüncelerin dışına çıkarak özgür ve yaratıcı fikirlerle okuru düşünmeye sevk ediyor.

“Yazılan bir şeydir kitap!”

Ruskin’e göre kitaplar ikiye ayrılır: Günlük kitaplar ve her zaman için geçer olan kitaplar. Bir anlamda günümüzün çoksatarları ve klasikleri. Yazara göre bu bir cins farkıdır. Şöyle ki: “O an için, o gün için iyi olan kitaplar vardır; her zaman için iyi olan kitaplar vardır. O an için, o gün için kötü olan kitaplar vardır; her zaman için kötü olan kitaplar vardır.” Güzel seyahat hikâyeleri, birtakım meseleler üzerinde yapılan nükteli ve hoş münakaşalar, roman şeklinde anlatılan neşeli veya acıklı hikâyeler; ciddi vakanüvisler tarafından doğru bir şekilde dile getirilen günlük tarihî olayları anlatan kitaplar Ruskin’in “iyi kitaplar”ı arasında başı çeker. Yazar, kötü kitaplara ise değinme gereği duymaz.

Elbette Ruskin’in sınıflandırması üzerinde tartışılabilir, hele ki üzerinden bir buçuk asra yakın bir zaman geçtikten sonra. Ancak Ruskin’in, türü ne olursa olsun kitaba ilişkin çok temel koyucu bir ayırımı var: “Yazılı olmak”. Çünkü kitap, “Esas itibariyle konuşulan değil de yazılan bir şeydir; sadece birtakım anlık havadisler vermek gayesiyle değil, sürekli olarak kalabilecek bir şeyler ortaya koymak gayesiyle yazılır.” İşte Ruskin’in iyi kitaplarda aradığı özellik burada gizlidir: Süreklilik yani kalıcılık. Bu tip kitaplara biz “klasik” diyoruz.

İlk bölümde, kitaplara nasıl yaklaşmamız gerektiğini bizlere anlatan Ruskin, kendi fikirlerini kitaplarda doğrulatma hastalığına yakalanmış olanları ilginç bir önermeyle uyarıyor: “Eğer kitabı yazan şahıs sizden daha akıllı değilse o kitabı okumanıza lüzum yoktur; sizden daha akıllıysa birçok bakımdan sizden farklı düşünecek demektir.”

 

Bu noktada, yazarın iyi-kötü kitap ayrımına zor-kolay kitapları da eklemek gerekecek. Zira Ruskin, zorluk derecesi yüksek kitaplara başköşeyi ayırmakta tereddüt göstermeden “Eğer bir yazarın değeri varsa, ne demek istediğini hemen kavrayabileceğinizi sanmayın” diyerek okuru çetin bir uğraşa davet ediyor.

“Kraliçelerin bahçelerinde açan çiçek”

Kadınlara ayrılan ikinci bölümde Ruskin, iki cins arasındaki farklardan yola çıkarak kadınların eğitimi, toplum ve aile hayatında üstlenmeleri gereken vazifeler yanında onların erkeklerden farklı olarak iyilik, tatlılık ve zarafetle elde ettikleri gücü nasıl kullanmaları gerektiği üzerinde duruyor.

Doğrusu, kadının sahip olduğu meziyetleri 21. Yüzyılın dünyasında bile çoğu zaman tam manasıyla görmekten uzağız. Oysa gelmiş geçmiş bütün büyük ve üstün adamların kadına layık oldukları değeri vermiş olması Ruskin’in dikkatinden kaçmamıştır. Örnek mi? Shakespeare’in bütün kahramanları kadındır ve üzerinde uzun uzun çalıştığı en büyük eserlerinde erkek kahraman yoktur. Üstelik bu eserlerdeki felaketlerin birçoğu da erkeklerin hataları ve ahmaklıklarından kaynaklanmaktadır. Yazar, bu iddiasını Romeo ile Juliet’ten Kral Lear’a Shakespeare’in farklı oyunlarından örneklerle güçlendirmiş. Söz gelimi, Romeo ve Juliet’te kadının akıllıca ve büyük bir cesaretle kurduğu plan, erkeğin budalaca sabırsızlığı yüzünden alt üst olmaktadır. Coriolanus adlı oyunda ise eğer Coriolanus annesinin verdiği öğütlerden zamanında faydalanabilmiş olsaydı annesi onu bütün kötülüklerden kurtarabilecektir.

Konuşmanın devamında Ruskin, kadın ve erkeğin farklılıkları üzerinde gerçekten ilgi çekici ve üzerinde düşünülmeye değer aforizmalar öne sürüyor. Onlardan bazılarına kulak verelim:

*Erkeğin zekâsı düşünmek ve icat etmek içindir, enerjisi maceralar, savaşlar ve zaferler içindir. Kadının kuvveti ise mücadele etmek için değil, idare etmek, yönetmek içindir. Zekâsı ise bir şeyler icat etmek veya yaratmak için değil tatlı bir düzen kurmak, işleri yoluna koymak ve isabetli hükümler vermek içindir

*Kadının yaptığın en önemli iş övülmeye layık olan şeyleri övmeyi bilmesidir: Kendisi mücadeleye girmez, fakat mücadele tacını kimin giymesi gerektiği konusunda hüküm verebilir.

*Kadın daima iyi olmalı ve hiç bozulmamalıdır; kadın içgüdüsünden ileri gelen yanılmaz, aldanmaz bir zekâya sahip olmalı; zekâsını kendini yükseltmek için değil, kendinden bir şeyler vermek, nefsinden feragat etmek için kullanmalıdır.

Kadınların eğitimi Ruskin’in en çok kafa yorduğu konulardan biridir. Burada öncelikle kadının sıhhatli bir insan olarak yetişmesini sağlayacak, güzelliğini daha da geliştirip artıracak bir beden eğitimi vermek gerektiğinden söz eder. Ancak bunun yeterli olmayacağı da ortadadır. Dolayısıyla vücutça kuvvetlendikçe [kadının] zihnini de birtakım fikirler ve bilgilerle doldurmak ve beslemek gerekecektir. Burada gaye, erkeklerin yaptıkları işleri kavrayabilmeleri hatta onlara yardımcı olabilmeleridir. Kadının vazifelerinin yalnızca aile çevresi içinde kaldığını düşünenlere karşı çıkan yazar, bir kadının da tıpkı erkeklerde olduğu gibi hem evi hem de toplumu ile ilgili vazifeleri olduğunu hatırlatıyor.

Susam ve Zambaklar, her geçen gün daha da yüzeyselleştiğimiz, hatta körleştiğimiz konularda derinlemesine bir bilgi ve gerçekçi gözlemlerin ışığında bize durup düşünme fırsatı veren bir eser. Konuşma notlarından oluştuğu için rahat fakat insanı can evinden vuran nokta atışı tespitlerle dolu bir kılavuz. “Bir kızı mesut etmedikçe onu güzelleştirebileceğinizi beklemeyin” diyor Ruskin. Kadınların karşılıksız vermesine alışmış erkekler adına konuşacak olursak, bu kitabın sadece bu cümlesi üzerinde düşünmek bile bizim için önemli bir adım olabilir.