Kalabalık bir yere gittiğimizde çevredeki insan sesleri, otomobil kornaları, motorun sert ve ürkütücü sesi; kulaklarımızı sağır etmek istercesine döner durur etrafımızda. Bazen de evimizi havalandırmak için pencereyi açtığımızda dışarıdaki sesler evin içerisine dolar. Bir de sevdiklerimiz vardır bize seslenen, güzel sözler söyleyen.

Mesela anne iseniz evladınızın kalbinin sıcaklığı, dudaklarından “Anne!” kelimesiyle sizin kalbinizi ısıtır.

Bir de ölüm denen bir gerçek vardır; onun da soğukluğu tüm insanlığı üşütür. Elimiz ayağımız buz keser. Ölümün ismini duyunca bile ürpeririz. Ölümün sessizliği hiçbir şeye benzemez. Bir insan ölünce sadece beden gitmez yeryüzünden. O kişinin sesi de gider bedeniyle birlikte. Yukarıda da belirttiğim gibi, caddelerde dolaşırken birçok ses duyarız. Fakat eve geldiğimizde bütün duyduğumuz o sesler, kapımızı kapattığımız an kapı dışında kalır. Ama biz ölünce bırakın caddelerdeki sesi duymayı, sevdiklerimizin sesleri de yok olur gider kulaklarımızdan. İşte en çok da bu canımızı acıtır.

Avazımızın çıktığı kadar bağıralım, bir tek ölen duymaz. Ölen ölüyor fakat sessizliği kalıyor bizimle. Öyle bir sessizliktir ki kulağımızı deler, kalbimizi yırtar. Nefes aldırmaz o sessizlik bize.

Ölüm, sesleri de alıp götürür hayatımızdan. “Anne!” diyen çocuğumuzun, kalbimizi ısıtan sesi yoktur kulaklarımızda. Isınan kalp durmuş, buz olmuştur artık.

Ölüm neden vardır bilir misiniz sevgili okurlarım? Kıymet bilmek için. Birbirimizi üzmemek, değer bilmek için. Ölümü düşünerek yaşamak için. Hayatın sona ereceğini unutmamak için.

Bunları unutmazsak ölümün sessizliği vicdanımızı sarsmaz. Çünkü vicdanımızın acısı ölüm acısını bastırır. O nedenle yaşıyorken, nefes alabiliyorken, birbirimizin değerini bilelim ki vicdanımızın acısı altında ezilmeyelim.

Bu yazıyı okuyan bazılarımız “Ne kadar iç karartıcı bir yazı,” diye düşünmüyor olabilirler. Ama ‘ölüm’ diye bir gerçek var ve onu istesek de yok sayamayız.

Bugün toprağın üzerinde yürüyorken, yarın bir bakmışız toprağın altındayız.

Sevgili okurlarım, Yüce Allah ölümü neden var etmiştir bilir misiniz?

Yüce Allah biz kullarını bazı sıkıntılarla sınar. Sıkıntılarla dolu hayatımızda isyankâr mıyız, değil miyiz onu ölçer. Aslında bizim dayanma gücümüzü ölçer bir nevi. Çünkü ne dağlar dayanabilmiştir ölüme, ne nehirler. Biz insanoğlu her zorlukla mücadele ettiğimiz için ölüm denen en zor sınavı vermiştir bizlere.

Belki de dağların veya nehirlerin his, duygu yetisi yok diye Yüce Allah ölümü biz insanlara daha çok yakıştırmıştır. Ölmeden önce sevdiklerimizin değerini bilelim diye.

Yakınımız ölünce önce derin bir acı kaplar kalbimiz dâhil her yanımızı. Sonra zamanla ölümün verdiği acıya alışıyor insanoğlu. Özlem duyarız. Görememek, sevdiğimizin sesini duyamamanın acısıyla savaşırız. Özlem acısı da geçiyor. Bu sefer de anılarla mücadele başlıyor. “Annem olsaydı bunu derdi.” veya “Babam olsa şöyle söylerdi.” diyoruz.

Seneler geçtikçe sevdiklerimizin acılarına daha da alışıyoruz. Çünkü bir daha geri gelmeyeceğini zamanla öğrenip kabullenmek zorunda kalıyoruz.

Ölümü kötü bilmek yerine ölümle yaşamayı öğrenmeliyiz. Ölüm, sevdiklerimizin kıymetini, yaşarken bilmemiz gerektiğini bize hatırlatır çünkü.