Yüreklerinde evlat hasreti, gözleri yaşlardan bulanık…
Sislerin arasında kapıya dalmış bakışları…
Evlatlarıyla beraber umutları da terk etmiş onları.

Hayat engebeli bir yol… Yolda ilerlerken düşmek de var, kalkmak da. Anne babalarımız o engebeli yolda yürürken onlarla beraber yürümek varken, onları yarı yolda terk ediyoruz. Oysa bizleri dokuz ay ne hayallerle karınlarında taşıyorlar. O da yetmiyor; dünyaya getirdikten sonra anne sütüyle besliyorlar. Baba ise çoğu zaman zor şartlarda, çocuklarını kimseye muhtaç etmemek için çalışıyor. Hastalanınca, hiç uyumadan çocuklarının başında bekliyorlar.

Peki, biz çocuklar anne babalarımız için neler yapıyoruz; özellikle yaşlanıp elden ayaktan düşünce?
Asıl yaşlanınca evlat bakımına ihtiyaç duyuluyor.

Anne baba yiyeceğini çocuklarıyla paylaşıyor da çocuk, bırakın bir lokma paylaşmayı, yeri geliyor villa gibi evine anne babasını sığdıramıyor. İnanın, değerli okurlar, bu cümleleri yazarken ağlayasım geliyor; içim acıyor.

Kapının ucunda asılı duran bir kalp var. İçeri alınmayı bekleyen o kalbi başkalarının kapısına atmayalım. Eğer o kalp başkalarının kapısında durursa, ahirette bunun hesabı verilemez. Allah’a ne denilebilir ki?
“Allah’ım, işim vardı, çok meşguldüm.” mü denilecek?
Yoksa “Çocuklarım, karım istemedi; o yüzden anneme, babama bakmadım.” mı?

Kimseyi kimsenin umuduna bırakmamak lazım. Gün gelir, kapının ucunda asılı o kalp bazılarımızın kalbi olabilir. Çünkü bazılarımızın da çocukları var ve onlar da bazılarımızın yaptığı gibi bazılarımızı başkalarının umuduna bırakabilirler.

Kapının ardına bırakılan bir kalp, ortadan ikiye ayrılmış demektir.
Sizce kırılan bir kalp, tekrar aynı noktadan birleşir mi?

Başkalarının umuduna bırakılmak…
“Ben umut ışığını çocuklarıma, karıma sağlıyorum; ancak onlara yetiyor.” denilip, kendisine emanet edilen engelli kardeşini başkalarının umuduna terk edenler var. Hem de nasıl bakıldığını umursamadan, ne hâlde olduğunu öğrenmeden; kokuşmuş vicdanlarıyla birlikte yaşayıp gidiyorlar. Sonra da “öldü.” denilince tek suçlu kurum görülüyor.

Yaşanan kurum içi şiddet olaylarında ve ölüm vakalarında tek suçlu kurum değildir; bakmakla yükümlü insan da değildir. Bakıma muhtaç insanı başkalarının umuduna bırakan aileler suçludur. En büyük suç onlara aittir.

Eğer aile kendi bakamıyorsa, onların gözetiminde bir bakıcı tarafından bakılabilir.

Keşke her insan vicdanlı olabilseydi…
İşte o zaman ne huzurevi olurdu ne de engelli bireyler için bakım evi.

Rukiye Türeyen / Engelsiz Dizeler

KAYNAK: YENİ SAKARYA GAZETESİ