Renkli ambalajlarda, masum tatlı gülümsemelerle süslenen reklamlarda, doğum günlerinden bayram sofralarına kadar hayatımızın her anında yer bulan şeker, aslında fark etmeden bedenimize verdiğimiz en büyük zararlardan birine dönüşmüş durumda. Evet, şeker; çoğu zaman “sevimli” görünse de vücut için yavaş ama etkili bir zehirdir.

Günümüzde rafine şeker, yalnızca tatlılarda değil; ekmekten soslara, yoğurtlardan hazır yemeklere kadar pek çok ürünün içine gizlenmiş halde karşımıza çıkıyor. Üstelik çoğu zaman farklı isimlerle… Glukoz şurubu, fruktoz, dekstroz, maltoz, agave şurubu gibi etiketlerde şekerin farklı formlarını görmek mümkün. Bu çeşitlilik, tüketicinin kafasını karıştırırken; kandaki insülin yanıtını tetikleyerek hem kilo alımına hem de uzun vadede diyabet, kalp hastalıkları ve bazı kanser türlerine zemin hazırlıyor.

Ancak işin daha da karmaşık bir boyutu var: Şeker sadece rafine ürünlerde değil, doğada bulunan “masum” besinlerin içinde de mevcut. Evet, meyvelerden söz ediyoruz. Meyve şekeri yani fruktoz, doğal bir formda da olsa aşırı tüketildiğinde vücutta yağlanmaya ve insülin direncine neden olabilir. “Ama bu doğal, zararsızdır” diye düşünmek kolay. Ancak unutulmamalı ki doğada meyve hiçbir zaman bu kadar bol ve sürekli ulaşılabilir değildi. Modern dünyada ise meyve her mevsim erişilebilir hale geldi ve porsiyon kontrolü olmadan tüketilen meyve, karaciğerde yağlanmaya, karın çevresinde inatçı yağlanmalara ve kan şekeri dengesizliğine sebep olabiliyor.

Bu demek değildir ki meyveden tamamen kaçalım. Ancak burada önemli olan denge. Meyveler lif, vitamin ve antioksidan açısından da zengindir. Asıl mesele; meyveyi meyve suyu gibi lifinden arındırılmış halde değil, bütün haliyle ve porsiyonunda tüketmektir. Günde 1 porsiyonu geçmeyen, mevsiminde tüketilen, yanında sağlıklı bir protein ya da yağla eşleştirilen meyveler, dengeli beslenmenin bir parçası olabilir.

Rafine şeker ise vücut için boş kalori kaynağıdır. Ne lif ne protein ne de vitamin içerir. Tatmin duygusu oluşturmaz, aksine bağımlılık yaratarak daha fazlasını istememize neden olur. Beyinde ödül mekanizmasını uyarır, dopamin salgısını artırır ve zamanla tıpkı bir madde bağımlılığı gibi daha sık ve daha yüksek dozlarda tüketilmek istenir. Çocuk yaşta edinilen bu alışkanlıklar, yetişkinlikte obeziteye, hiperaktiviteye, odaklanma bozukluklarına ve metabolik sendromlara zemin hazırlayabilir.

Peki ne yapmalı?

1. Etiket okuyun: Her “şekersiz” ürün gerçekten şekersiz değildir. Alternatif şeker isimlerini öğrenin ve bilinçli tercihler yapın.

2. Basit karbonhidratlardan uzak durun: Beyaz un, beyaz pirinç, işlenmiş paketli gıdalar; hepsi kan şekerini hızla yükseltir ve ardından hızlı bir düşüşle açlık hissini tetikler.

3. Şekeri bir ödül değil, uzak durulması gereken bir uyarıcı gibi gön: Tatlı, başarıyı ya da mutluluğu ödüllendirme aracı olmamalı. Duygusal yeme döngüsünü kırmak uzun vadeli sağlık için kritik önemdedir.