Önceki gün birkaç dostumun tavsiyesiyle izlediğim programda, Pelin Çift’in Habertürk’te konuğu olan Gazi Ünv. Öğretim üyesi, tarih profesörü Tufan Gündüz, gözleri dolu dolu, bir olayı anlatıyordu. Bosna’da, malum savaş sırasında, daha açık deyişle Sırpların Bosnalı Müslümanlar üzerinde işkence ve katliam yaptığı senelerde yaşanan bir olaydı bu. Saraybosna’da, ulaşılması hayli güç bir dağ köyünde yardıma muhtaç bir halde bekleyen yaşlı teyze, diz boyu karda, ellerinde yardım kolileriyle evine gelen Türk askerlerini kapıda görür görmez “Türk müsünüz?” diye sormuş ve ardından şöyle söylemişti:

----Geleceğinizi biliyordum!

Bu olayı engel olamadığı gözyaşlarıyla anlatan Gündüz, sonrasında çok haklı olarak şunları da söylüyor: “Bizim geleceğimizi bilen milyonlar var. El Bab’daki de bizim geleceğimizi biliyor, Halep’teki de, Başika’daki de, Musul’daki de bizim geleceğimizi biliyor. Pakistan’daki de, Makedonya’daki de bizim geleceğimizi biliyor. Bizim sancağın gölgesi o kadar kuvvetli düşüyor ki biz oralara gitmek zorundayız. Tarih bizi çağırıyor! O teyze bizi nasıl bekliyorsa onun gibi milyonlarca teyze bizi bekliyor. Altı yüz yıl siz bir bölgede hüküm sürüyorsanız ve bin yıl bu topraklarda hâlâ ayakta kalmışsanız tarih sizi çağırır, bundan kaçamazsınız.”

Evet, tarih bizi çağırıyor ama ne yazık ki bazılarımız bu gerçeğin hiç mi hiç farkında değil. Askerimizin sırf bir fantezi uğruna Kuzey Irak’ta, Suriye’de bulunmadığını, bu kadar karışık ve bu denli büyük hesapların döndüğü bir coğrafyada barışa halel gelmesin safsatasıyla kabuğumuza çekilmenin yanlışlığını görmenin vaktidir. İş işten geçtiğinde bu gerçekleri çok daha acı bir şekilde görüyoruz çünkü!

2003 yılında İstanbul’da, muhabir olarak izlediğim Balkan Ülkeleri ve Türkiye konulu bir panelde, Sırp-Türk dostluğu hakkında konuşan dönemin Sırp bakanına daha fazla tahammül edememiş ve konuşmalar bitince söz alarak kendisine sormuştum: Dünyanın gözünün içine baka baka Müslümanları katletmenizin üzerinden fazla zaman geçmedi. Bundan sonrası için de kendi adıma size güvenmiyorum ve gerçekten dost olabileceğimizi düşünmüyorum. Siz dostluk ve iyi ilişkiler konusunda ciddiyseniz ne zaman yaptıklarınızdan hakiki bir pişmanlık duyup Müslümanlardan özür dileyeceksiniz?

Daha sözümü tamamlar tamamlamaz yerli ve yabancı basın mensuplarından bazılarının sözlü saldırılarına uğradım ve toplantı çıkışında ilk yanıma gelen kişi bir dönem Başbakan

yardımcılığı ve Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı da yapmış olan eski CHP milletvekili Murat Karayalçın’dı. Yanlış anlaşılmasın, kendisi beni tebrik etmek için değil ne kadar yanlış konuştuğumu söylemek için yanıma kadar gelmişti. Ardından etrafımı saran kadınlı erkekli gazeteciler tarafından da sözlü tacize ve baskıya maruz kaldım. Müslüman ülkemde Müslümanların hakkını savunmaya çalıştığım için resmen papara yiyordum ve çevremde beni koruyabilecek kimse de yoktu. Durumun vahametini anlamış olan kameraman arkadaşım Soner’in tavsiyesiyle salondan çıkıp olay yerinden uzaklaşarak bu tacizden kurtulduk. O günü unutmam mümkün değil.

Gerçek şu ki, güç kimdeyse tarihi o yazıyor. Türklerin tarih yazdığı seneler çok uzakta değil. Ve bunu bize hâlâ ödetmenin gayreti içinde olanlar var. Barış, insan hakları, özgürlük martavalını da en çok onların oynattığı kuklalar okuyup duruyor. Bizi bekleyen, bizimle tekrar bir olmak isteyenleri unutturmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Belki bizden de iyi biliyorlar: Türk, beklenendir!