Korku sadece insana mahsus bir özellik değildir. Tüm canlıların ortak özelliğidir. Adı anılan “korkunun” İslami edebiyat da çeşitli kelimelerle anlatıldığı ilim erbabının malumudur. Dinimiz de korkunun eğitimi verilmektedir. İnsanoğlundan korkuyu yok etmek mümkün değildir. Bu sebeple bazı insanlar ve sistemler korku üzerinden egemenliklerini sürdürmektedirler. Korkunun fıtratla, geçmiş nesillerden devam eden hikâyelerle de alakası vardır.

“Biz polisiz, savcıyız. Telefon hattınız, teröristlerin eline geçti. Eğer para vermezseniz...” İşte bu cümlelerle başlayan haberleri daima okumaktayız. Hemen hemen kanmayan insan yok gibidir. Bu satırların yazanı bile kanabilir. Aslında kanılan o telefonda ki sesler midir? Yoksa bizim geçmişimizle yüzleşmemiz sebebiyle korkumuz daha derinlerde midir?

Polis, savcı,  jandarma ve devlet memurları halkın ve hakkın yanında mıdır yoksa korkunun baş mimarı mıdır? Günümüz resmi görevlileri eskisi kadar korkutucu değildir. Fakat eskinin mirası hala devam etmektedir. Toplumlardan korkuyu silmek asırlar almaktadır.

Yollarda ki “maket polis ve jandarma vasıtaları” nasıl korkutuyorsa, sahte insanlarda aynı “maket” korkusu benzerini kullanmaktadırlar.

Korkutan savcı, polis olmasa da devlet görevlileri korkutucudur. Örneğin, bir amir kurumu için memurlardan para ister. Vermeyenin işini tercihen yapmam der. İtirazı olan varsa bu anda söz almasın der. Ve yüzlerce memurdan itiraz çıkmaksızın ciddi bir parayı toplar. Şimdi bu korku değil midir? Birbirini tanıdıkları halde itiraz edemezler ve korku meyvesini vermiştir. Sebebi nedir sizce? Devlet erkinin gücüdür. Hiç kimse itiraz edememiştir. Gizli mahfillerde fısıltı halinde itirazlar olsa da, açıktan meydan okuyan olmamıştır. Şimdi sizce bu yardım toplam işi sevgiye mi dayalı yoksa korkuya mı dayalıdır. Bunun benzeri onlarca örnek devlet kurumlarında verilebilir.

Asıl düşünülmesi gereken husus, korkutulanın za’fiyeti değil, korkutan gücün aktörleri ve ellerinde ki yetkileridir.  Devlet memuru olduğu için lokantalardan ücretsiz yemek yiyen memurlar, vasıtaya para vermeyen, ruhsat almak için bağışa zorlanan, kurum gücüyle seyahatlerini/tatillerini düşük ücretle yapan, hastaneler de sıra beklemeyen daha nice durumlar vardır ki hepsi devlet korkusundan kaynaklanmaktadır.

Manevi, maddi, sosyal, şahsi baskı altında toplanan hiçbir para meşru değildir. İtibar ve mevki sahibi insanlarla yapılan yardım davetleri de helal değildir. Korku ve korkutmanın dereceleri vardır. Devlet yetkisini kullanarak korkutulmak, hem devleti hem de korkanları yeniden düşündürmelidir.

Resûlullah (s.a.s.), zekât toplamakla görevlendirdiği memurunun hediye aldığını işittiğinde; “Benim gönderdiğim bir görevliye ne oluyor ki: ‘Bu zekât malıdır; bu da bana hediye edilmiştir.’ demektedir! Bu kişi babasının (anasının) evinde oturup kalsa, acaba kendisine hediye verilir miydi? Allah’a yemin ederim ki, sizden biriniz o zekât malından bir şey alırsa kıyamet gününe o malı boynunda taşıyarak gelecektir.”  buyurarak, kişinin yetkili makamda bulunmasından dolayı hediye almasının caiz olmadığını ifade etmiştir.

Şu ayetle sözümüzü bitirelim. “Ne zaman Ben'den size doğru yolu gösteren rehber gelir de kim ona uyarsa, onlara hiç bir korku olmayacak, hiç üzülmeyecekler de. İnkâr edip âyetlerimizi yalan sayanlar ise cehennemliktirler, hem de orada ebedî kalacaklardır."

 NOT: Geçtiğimiz günlerde Ankara ODTÜ’de protestocu grubun içindeki bir kız öğrenci polislerin yanına gelerek, ''Utanın biraz onurlu olsanız, simit satarsınız, fuhuş yaparsınız, limon satarsınız, onurlu yaşarsınız. Ama hiçbirinizde gram onur yok, Çocuklarınızın yüzüne bakmayacaksınız. Her gün üzüleceksiniz. Onursuzluğunuzla şerefsizliğinizle kalacaksınız.'' ifadelerini kullandı.

Şahsım adına bu ifadeler fikir özgürlüğü değildir. Bu söylemi şiddetle kınıyor, lanetliyor ve hukuken gereğinin yapılmasını bekliyorum. Ahlaksız bir söylemdir. Özellikle bir bayana ve öğrenciye asla yakışmaz.