Rabbimiz insanı muhatap aldığı zamandan itibaren daima onunla elçi vasıtasıyla konuşmuştur. Konuşma farklı dillerde de olsa hakikat açık ve duru olarak öğretilmiştir. İnsan için “vahiy” olgusu o kadar o kadar önemli ve değerlidir ki bu gerçeğe muhatap olan peygamberler dahi bunun ağırlığı ve yokluğu altında ezilmişlerdir. Vahyin gerçekliği karşısında insanoğlu bizatihi tecrübe imkanına sahip değildir. Bunu ancak peygamberlerin beyanı ve hayatı vasıtasıyla idrak etmeye çalışmışlardır.” (Ey resulüm!) Hayatına yemin olsun ki onlar, sarhoş (sersem) halleriyle saçmalayıp duruyorlardı.” Hicr, 72 ve “De ki: eğer Allah dilese idi ben onu size okumazdım, hiçbir suretle de size onu bildirmezdi bilirsiniz ki ben sizin içinizde bundan evvel bir ömür durdum, artık bir kerre aklınıza müracat etmez misiniz?” Yunus, 16. Ayetler bu hususu düşünmemizi işaret eder.

Arap toplumu vahiy gerçeğine yabancı değildir belki sadece o vahyin bir yetime gelmesini kabul etmemişlerdir. İlk vahiy Hz Ademe nasip olmuştur. “Biz onlara: "- Hepiniz cennetten inin! Benden size bir hidayet (Peygamber ve kitab) gelince, biliniz ki, benim bu hidayetime tâbi ve bağlı olanlar için aslâ korku yoktur; ve onlar mahzûn da olmazlar." dedik.” Bakara, 38. Vahiy aynı zamanda insana yaşam süreci hakkında da bilgi vermiştir. “Buyurdu ki onda yaşayacaksınız ve onda öleceksiniz ve ondan çıkarılacaksınız” Araf, 25

Vahyin tarihi insanlık kadar eskidir. Şimdi ise insana düşen vazife vahyi anlamlandırmak vay sağlıklı yaşama modelleri oluşturmaktır. Vahyi anlamak kadar anlamlandırmakta önemlidir. Zaten içtihat denilen ilmi gelenekte bunun için var olmuş ve yaşatılmıştır. Sadece cihada dayalı mücahitlik toplumların yaşaması için yeterli değil aynı zamanda ilme dayalı ictihadi gayretin de sağlıklı ve devamlı sürdürülmesi gerekir.

Rabbimiz Kuran ayetlerinin indiği kalbe, onu getiren elçiye, mekana, aya ve özellikle geceye de işaret ederek düşünmemizi sağlamaktadır. Nasıl ki vahyin ayı ve gecesi sadece Arap bölgesine has değilse aynı şekilde onun bereketi ve hidayeti de bu bölgelere has değildir. İnzal denilen ihsan ve ikram selama kavuşturma ameliyesidir. Bir anlamıyla bin aydan hayırlı olmak zaman üstü bir değeri de işaret ediyor olabilir. Vahyin gecesi toprağa ekilen tohum gibidir. Onunla elde edilecek hasıla ise: “Allah’ın nasıl bir misal getirdiğini görmedin mi? Güzel sözü, kökü sabit, dalları gökte olan güzel bir ağaca benzetti. O ağaç, rabbinin izniyle her zaman meyvesini verir. Öğüt alsınlar diye Allah insanlara böyle misaller getirmektedir.” İbrahim 24-25. Bu ayetlerde açıklanmıştır. Başka bir surede ise “Çiftçileri sevindirmek üzere filiz verir, onu güçlendirir, kalınlaşır ve kendi sapları üzerinde durur.” Fetih, 29. “Hz. Peygamber çiftçidir; o, İslâm tohumunu Hatice, Ebû Bekir, Ali, Zeyd gibi temiz topraklara yani temiz kalplere, yetenekli zihinlere ekmiştir. Bu birkaç kişinin imanı ile başlayan İslâmlaşma kısa zamanda çığ gibi büyümüş, önceleri başkalarının destek ve himayesine muhtaç olan müslümanlar giderek güçlenmiş ve kendi ayakları üzerinde durmaya, eğriyi doğrudan, hakkı bâtıldan ayırma kabiliyetini kaybetmemiş insanları kendilerine imrendirmeye başlamışlardır; bu gelişme, inkârla şartlanmış olanların da kin ve nefretlerini arttırmıştır.” (Diyanet Tefsiri)

Meleklerin ve ruhun inişi ise selamın yaygınlaşıp huzurun temini içindir. “Ta tan yeri ağırana kadar” ayeti ise bize fecr suresini ve Fecr Kuranı kavramıyla namazı da hatırlatmaktadır. Fecr. Güneşin doğmasından önce beliren tan yeri ağarması. Fecir vakti fıkıhta, özellikle sabah namazının vaktinin girdiğini veya sahur vaktinin bitip oruç tutma (imsak) zamanının başladığını bildirmesi açısından önem taşıdığından dinî literatürde bu vaktin tanım ve belirlenmesinin ayrı bir dikkatle ele alındığı görülür.

Adı İslam olan dinin vahyi de selamı temin edecektir yeter ki insanlar söz ve davranışlarında selamı hedeflemiş olsun. Selam ise güzel ahlaka misliyle ve daha güzeliyle mukabele edebilmektir. “Size bir selâm verildiğinde ya daha güzeli ile veya dengi ile karşılık verin. Allah, her şeyin hesabını tutmaktadır.” Nisa, 86

VE BAYRAM

Bayramı değerli kılan iki şey vardır. İnsanları kalben ve madden bir araya toplaması ve onların arasına sevgiyi yaygınlaştırmasıdır. Tefrika, asık surat ve acı dil bayramın ruhunu zedelemektedir. Bayram ister savaş ister yokluk ister ölüm hangi halde olursa olsun Allah’ı tekbir ile kullarına sevgi gösterebilmenin adıdır. Bayram yalana şahitlik etmeyen ve tek ruh etrafında toplanan insanların heyecanı ve merhametinin yansımasıdır.

Devletlerin ihdas ettikleri sözde bayramların içinde tekbir şuuru olmadığından (genellikle şirk hakimdir) dolayıdır ki, sevgiler sahte ve sevinçler yapaydır. Seccade ruhundan uzak olan bayramlar sadece insanın nefs yönüne hitap eder. Dini bayramlar ise ruh köküne sevinç ve neşe verir. İnsan Allah’ı tazim ve tekbir edebilme şuurunca sevincini yaygınlaştırır.

İşrak: “güneşin doğuşundan yaklaşık 45-50 dakika sonra güneşin yükselip ışığının iyice parladığı, etrafa yayıldığı ve sıcaklığının arttığı zaman” anlamına gelir. Takva sahipleri imsaktan önce teheccüd, fecr vaktinde sabah ve işrak vaktinde de bayram namazını eda ederler. Gecesini diriltemeyen insanlık gündüzünü mahveder.