Biz insanlar aslında masumiyetin aynasıydık bir zamanlar. Bebekken ve daha küçücük çocukken tabii.
Annelerimiz, babalarımız mı, biz çocuklarını yetiştiremiyorlar? Veya arkadaş çevremiz mi, bizleri etkiliyor? Anne, babalar çocuklarını büyütürken, yetiştirirken şunu mutlaka öğütlemeliler: “Hiçbir canlının canını yakma. Hakkını ararken bile kimseye zarar verme. Kimseye isteği dışında parmağının ucuyla bile dokunma.”
TV haberlerini, yazılı basını takip ediyorum ve görüyorum ki kötülük yapmak için bahane arıyoruz. Bir iki örnek vermem gerekirse; trafikte yol kavgası oluyor ve biri diğerini öldürebiliyor. Karı koca kavga ediyor ve birbirine zarar veriyor. Hiç acımadan, merhamet duyguları alınmış bir şekilde kadının severek evlendiği o adam karısını öldürüyor veya tam tersi. O kadar kolay can alabiliyoruz ki gözümüzü kırpmadan, hapishaneye girme korkumuz olmadan, bir insan bir canı katledebiliyor.
O kadar kıyıcı olduk ki normal tartışma yaparken, kendimizi alevli bir kavganın içinde bulabiliyoruz. Kavga esnasında kendimizi kaybedip insanlığımızı bir yana, vicdanımızı bir yana savuruyoruz. Yırtılan insanlığın içinden, tıpkı bir gömleğin düğmesi gibi kopup gidiyor vicdanımız göğüs kafesimizden. Kendimize geldiğimizde ise ya pişmanlık bizi insanlığımızdan hançerliyor, ya da gurur denen bataklığa saplanıyoruz. Sonrası mı? Sonrası dipsiz zifiri karanlık bir zindan… Yani müebbet hapis.
Sanırım şöyle düşünüyoruz; suç işliyoruz fakat ceza almayacakmışız gibi yaşıyor ve bu ülkede caza yasası yokmuş gibi rahat davranıyoruz. Ben mesela, polisleri sevdiğim halde bir o kadar da polislerden korkuyorum. Çünkü sicil kirliliği diye bir şey var. Bu konu hakkında da yazı yazmak isterim. Sicil kirliliği hakkında geniş çaplı araştırma yaparak, polis arkadaşlarımızdan da bilgi alarak, bir yazı yazacağım inşallah.
Hayat kısa. Yaşamımız hapishane köşelerinde geçmeyecek kadar çok kısa ömür sürüyoruz. Şu dünyada iki isteğim var Allah’tan; bir imanlı ölüm, iki eğri yola sapmadan doğru yolda ilerlemek. 44 yaşındayım ve bu yaşıma kadar hiçbir suça bulaşmadım… Allah şaşırtmasın hiç kimseyi ve bizleri.
Bazı şeylerin elimizde olduğunu düşünüyorum değerli yeni Sakarya Gazetesi okurları.
Şöyle bir örnek vereyim; diyelim ki yolda yürüyoruz ve önümüze bir çamur yığını çıktı. Hemen yanında da kuru, tertemiz bir yol var. Siz hangi yoldan giderdiniz? Yüce Mevla bizlere akıl vermiştir ve o akıl bizim yönetimimizdedir, tıpkı bir otomobil misali.
Otomobil, direksiyonunu nereye çevirirsek oraya yönelir. Aklımız, beynimiz de bizlerin elinde, nereye gitmesini istiyorsak oraya gider. Biz her yaptığımız şeyden sorumluyuz, iyi veya kötü.
Naçizane sizlere bir önerim, siz siz olun sorumluluğunu alamayacağınız şeyler yapmayın.
&&&
Kalmamış ki hiçbir şeye tahammülümüz. İnsanın insana ettiğini hiçbir canlı birbirine yapmıyor. Vahşi hayvanlar doğası, yaratılışı gereği öyle davranıp yaşıyor. Ama biz insanoğlu, yaratılmışların en üstünü olan bizler, sanki bu dünya sadece bizim etrafımızda dönüyor gibi kibirliyiz. Aslında sadece zararımız insana da değil, bitkiye, hayvana, cansız varlıklara bile şiddet gösteren bir türüz.
Sırf baktı diye çıkan kavgalar, tek sözü ile kıyılan canlar, çok ses çıkardı diye öldürülen hayvancanlar, manzarayı engelliyor diye kesilen onlarca yıllık ağaçlar, para çekme makinelerini kullanmayı beceremediği için öfkeden makineleri kırıp dökenler, yani o kadar vicdansızlık çoğaldı ki artık dünyamızda, yaşamak zor artık her canlıya.
Doğuştan olan merhametimizi, vicdanımızı yitirmeyelim. Yüce Rab’im bu dünyayı tüm canlıların beraberce yaşayabilmeleri için dizayn etti. Her şeyi eksiksiz yarattı. İmtihan ediyor elbet tüm yarattıklarını ama mükâfatı ile de müjdeliyor çok şükür. Allah’ın verdiği cana kıymak ne büyük günah. Bu bitki olsun, hayvan olsun, insan olsun fark etmez, hepsinin yaratıcısı tek. Ve hepimiz tekrar ona döneceğiz. Bu dünyada yolcu olduğumuzu unutmadan yaşayalım. Öfke, şiddet, canilik bunlar bizlere yakışmıyor. Giyinelim merhamet elbisesini, vicdanımızı da yanımıza alıp yaşayalım bu hayatı.
Hep beraber kardeşçe, insanca, kulca yaşayabilmek dileğiyle...
Nurçin Arlı ve Rukiye Türeyen’in kaleminden.