Portre ya da biyografi, sadece şairlerin kendilerini konu edinmez. Onların eserleri de portre veya biyografi konusu olabilir.
Âcizane kanaatimiz bu yöndedir.
1900’lerin başlarından itibaren, Osmanlı’nın son - Cumhuriyetin ilk döneminde yaşamış ve Türk edebiyatına damga vurmuş Mehmet Âkif, Yahya Kemâl, Necip Fazıl, Nâzım Hikmet gibi büyük şairlerin, kendileri önemli bir biyografi ve portre konusu oldukları kadar, eserlerine portre ögeleri açısından yaklaşıldığında, zengin birer malzeme arz ettiklerine şahit olunacaktır.
Bu fakir, 2017’de Yozgat Bozok Üniversitesi’nce düzenlenen bir sempozyuma, ‘Necip Fazıl’ın eserlerine portre gözüyle göz atmak’ temalı bir çalışmayla katılmış ve çok zengin malzemelerle karşılaşmıştım.
Bu kez bu ‘Mehmet Âkif 150 Yaşında’ Sempozyumu nedeniyle, Âkif’in yedi bölümden meydana gelen Safahat adlı muhteşem eserine, bu çerçevede göz atmaya çalışacağız.
…
Âkif’in büyük bir külliyatına - şimdilerde buna bütün eserleri veya bütün şiirleri deniyor matbuat âleminde - portre gözüyle göz atmaya geçmeden önce, - dilerseniz- merhumu kendi dizeleriyle tanıyalım:
Ağlarım, ağlatamam; hissederim, söyleyemem; Dili yok kalbimin, ondan ne kadar bîzârım
Oku, şayet sana bir hisli yürek lâzımsa, Oku, zîrâ onu yazdım, iki söz yazdımsa.
Evet; - kendi deyimiyle - bir hisli yürektir Âkif. Tam da budur işte.
1910’ların şartlarında çatırdayan İslâm Dünyasının ve her bir cepheden zillet ve mağlubiyet haberleri gelen altı asırlık Osmanlı milletinin dertleriyle lebalep dolu, figanını şehir şehir, kürsü kürsü, vaaz vaaz, şiir şiir, mısra mısra anlatmaya çalışan bir hisli yürek.
Şimdi gelin; o hisli yürekin şiirlerinde hangi portre unsurları var, - birlikte – göz atalım:
…
Âkif, Fatih Camii şiirinde, camide gördüğü birini bize (okuruna) portre dizeleriyle şöyle anlatır:
“Beyaz sarıklı, temiz, yaşça elli beş ancak; / Vücudu zinde, fakat saç, sakal ziyade ak / Mehib (heybetli) yüzlü bir âdem: Kılar edeple namaz.
…
Âkif, Halkalı Ziraat Mektebi’nde bir öğrenciyi, Hasta şiirinde şöyle tanımlar bize: Bet beniz kül gibi olmuş uçarak nûr-i şebab / O yanaklar iki solgun güle dönmüş, bîtâb!”
Âkif, o kadar başarılı bir hasta resmi çizer ki sözcüklerle bize, capcanlı bir ölüyü resmeder adeta: “O dudaklar morarıp kavlanmış artık derisi” ve “İki değnek gibi yükselmiş omuzları yukarı.”
Ona göre hasta bir kemik külçesidir zaten.
Ve portresinin finalini muhteşem yapar Âkif:
“Soydu bîçâreyi üç beş kişi birden, o zaman / Aldı bir heykel-i üryân-ı sefâlet meydan.’
…
Âkif, o ciddi, düşünceli, dünyanın - buna İslâm dünyasının demek daha isabetli olur-, derdini omuzlayıp da şî’reden Âkif, - kendisinden hiç beklenmeyecek tarzda -, ironi de yapar şiirlerinde. Kim bilir, belki böyle nefes alır o da:
“Bizim mahalle de İstanbul’un kenârı demek / Sokaklarında gezilmez ki yüzme bilmeyerek!”
…
Âkif, mahallesinin bir köşesinde yerde bir küfe görür. Bu bir hamal küfesidir.
Merhumun eşi, oğluna küfeyi, baban gidince demek kaldı öksüz diye vasf eder. Küfe uğurludur ve de öksüzdür. Bu kadar ayan beyan.
Âkif budur işte; tanıdığı insanlar kadar, karşılaştığı nesnelerin de sıfatları bulunur onun lugatında. Hem de capcanlı sıfatlarla.
…
Âkif, Hasır şiirinde, cenazeyi mezara indirirken yardım eden mezarcının yüzünü? Mezarcının o kürek yüzlü dest-i lakaydı yani metal bir kürek gibi hissiz yüzü ve eli olan mezarcı.
Birinci sınıf bir betimlemedir elbet burada Âkif’in yaptığı.
Âkif, Köse İmam adlı şirinde, bahse konu ettiği Köse İmam’ın portresi “İlmi az, görgüsü çok, fıtratı yüksek bir imam’ diye resmeder bize. (6)
…
Âkif, Bebek şiirinde, kendi kızları yedi yaşındaki Cemile ile beş yaşındaki Feride’nin isteği üzerine aldığı oyuncak bebeği bakın nasıl anlatıyor: “Kiraz dudaklı, üzüm gözlü, inci dişli, iki edalı yosma getirdim.’
…
Âkif, Süleymaniye Kürsüsünde (Kardeşim Fatin Hoca’ya) şiirinde, ‘Ne Haliç’in o yosun çehreli miskin suları’ şeklindeki muhteşem betimlemesiyle adeta resim yapıyor.
Ya sahildeki evlerin psikolojisini nasıl resmediyor dersiniz: “Sâhilin, başbaşa vermiş, düşünen, pis, eski / Ağlamış yüzlü, sakîl evleri.’
İşte budur büyük şair Âkif; müstear dilleriyle, evleri böyle konuşturur.
…
Âkif’in, Berlin Hâtıraları şiirinde, Duyunu Umumiye binasına benzettiği bir Berlin Kahvehanesinde karşısında bir aile oturmaktadır. Onun tabiriyle Ridâ-yı mateme (yas kıyafetine) girmiş bir ailedir bu baba, anne ve çocuktan ibaret üç kişilik aile.
Annenin sönük bakışlarından çok etkilenen Âkif, onun psikolojisini şöyle tablolaştırıyor:
Zehirli bir düğüm olmuş dudaklarında keder Çözülmüyor, onu ancak çözerse girye (gözyaşı) çözer.
Kadının yüzündeki hüzün, o kadar çok etkiler ki Âkif’i, Balkan Harbi’nin hemen ardındaki o günlerde, benzer duyguların yabancısı olmadığı iddiasıyla, ona şu muhteşem mısraı söyletir:
Mesâbin (belaların) ezelî âşinâsı varsa, biziz.
…
Evet; büyük şairler böyledir.
Onların şiirlerinde edebî sanatların zarif uygulamaları yanında, edebî türlerin güzel uygulamalarına da rastlarsınız.
Âkif’te de böyledir.
Bu çalışmada zikrettiğimiz, on üç şiirinden on üç zengin portre betimleme ve örnekleri yanında, çalışmaya devam ettirdiğimizde - belki - bunun üç dört katı daha portre dizelerine rastlayabiliriz.
Netice itibarıyla, diyeceğimiz şudur:
Âkif, büyük şairliğinin yanı sıra, başarılı bir hikâye anlatıcısı, güçlü bir portre yazarı ve etkili bir deneme / düşünce adamıdır.
Bundan hiç kuşku yok.
Onun şiirlerine göz atan, bu tespitimizdeki üç unsura da şahitlik edecektir zaten. Bihakkın hem de.
Not: Fahri Tuna’nın 22-23 Aralık 2023 tarihlerinde TYB Genel Merkezi ve Burdur Mehmet Akif Üniversitesince ortaklaşa düzenlenen ‘Mehmet Âkif 150 Yaşında’ Bilgi Şöleninde sunduğu bildirinin metnidir.