Amerika’nın taşra kasabalarından birinde, 1924 yılında bir çocuk dünyaya geldi, adı Truman Capote’ydi. Yaşlı akrabalarının yanında sıkıcı denebilecek bir çocukluk geçiren bu geleceğin dâhi yazarı, aslında sessiz sedasız kendi sanatçı portresinin çizgilerini çizmeye başlamıştı o yıllarda. Hatta bir başka Amerikalı yazar, Harper Lee, meşhur Bülbülü Öldürmek romanında aynı zamanda arkadaşı da olan Capote’nin bu kendine özgü çocukluk hayatından fazlasıyla esinlenmişti.

Truman’ın karmaşayı, macerayı ve lüks yaşamı tatma arzusu onu henüz gençliğinde Amerikan sosyetesinin kucağına itivermişti. Sonra ne mi oldu? Neler olmadı ki!

Capote’yi Türkiye’de en çok, sinema uyarlaması belki de kitabından daha çok ses getiren Tiffany’de Kahvaltı’nın yazarı olarak biliyoruz. Doğrusu bu romanı yayımladığı 1966 senesinde o, aklının iplerini çoktan salmıştı!

Sakin görünümlüydü Capote, ne zaman fırtınalar kopacağı belli olmayan bir okyanus kadar sakin. İstediği üne ve lüks yaşama kavuşması uzun sürmemişti, tabii türlü skandallara imza atması da! Alkol bağımlısıydı, çoğu zaman komalık oluyordu sağda solda. Sonra eşcinseldi ve bu ABD’de bile aykırı sayılabilirdi o senelerde. Arzu Tramvayı’nın yazarı, bir başka meşhur Amerikalı yazar Tenesse Williams’la her anlamda sıkı fıkıydı.

Sinemaya oyunculuğuna da meraklıydı, seslendirmeye de. Hatta başrolde oynadığı filmlerden biriyle Altın Küre ödülüne aday bile gösterilmişti. Fakat en çok kendi kitaplarından veya hayatından yola çıkarak sinemaya aktarılan filmler ilgi görüyordu. Efsane aktris Audrey Hepburn’un oynadığı Tiffany’de Kahvaltı bunlardan en başta geleniydi. PS. Hoffman ve Catherine Keener’in başrolleri paylaştığı Capote de tamamen onun hayatını merkeze alan çok başarılı bir sinema filmiydi.

Capote’nin yaratıcı zekâsı sınır tanımıyordu sanki, yeni maceralar, yeni heyecanlarla yazarlık kariyerini de parlatıp durdu, ta ki ömrünün son senelerine kadar. Ve ölmeden önce bir kitap daha yazdı, adı Kabul Edilmiş Dualar’dı. Bir tür günah çıkarma mıydı bu roman? Evet, hem de daha önceki kitaplarında olmadığı kadar! Bu yüzden olsa gerek, dünyaca ünlü Azize Teresa’nın bir sözünü de bu romanına epigraf olarak koymayı uygun bulmuştu:

“Kabul edilmiş dualar yüzünden, kabul edilmemişlerden çok daha fazla gözyaşı dökülmüştür!”

Bu kitabı 2007 yılında, Türkçesi yayımlanır yayımlanmaz alıp okuduğumda askerdim, şimdi roketlerin isabet ettiği Kilis’te. Dua ediyor muydum? Evet. Ter ve ayak kokan o küçük koğuşta akşamları uyumadan önce, gecenin yarısı uyandırıldığım 3-5 nöbetlerinde, telefon kulübesinde ahizeyi kapatır kapatmaz ya da kaldırmadan önce, er gazinosunda uzaktan çok zor seçilen bir filmi beşinci defa izlerken, çay yok diyen askerin elinden sapsarı bir oralet alıp pencerenin kenarına oturduğumda… Okudunuz da ne oldu diyen bölük komutanının boğuk sesi kulaklarımda çınlarken, çarşı izninde Kilis’in o yabancısı olduğum sokaklarında dolaşırken, sevgilimden gelen mektubu son kez okuyup zarfa özenle koyduktan sonra…

Ne çok dua etmiştim!

Kilis’te, ılık bir nisan akşamında, Capote’nin kitabını elime alıp o epigrafı gördüğüm an işte kendi kendime sorduğum o soruyu unutmuyorum: Kabul edilirse pişman olacağım dualarım var mıydı? Cevabı bende kalsın. Fakat şurası kesindi ki, sonsuz bir hevesle balıklama atladığı bir hayatın içinde, şimdi yaşadıklarının çoğundan belki de tiksinen, tek başına, yalnız bir adamın, yani Capote’nin hissettiklerini derinden hissedemesem de hayatı ve kendimizi sorgulamaya ettiğimiz dualarla başlamanın en doğru hareket olduğunu anlamıştım.

Ne istiyordum? Şık bir ev, son model araba mı? Aşktan gözleri parlayan bir kadın, elinden tutup gezdireceğim çocuklarım; reklamlardaki kadar mutlu olabildiğim bir aile mi yoksa? Mükemmel bir kariyer, dünyanın bütün lezzetlerini tadabilecek, bütün güzelliklerini görebilecek kadar çok seyahat etmek… Pek çok kişinin ortak hayali olan bu saydıklarımdan biri veya birkaçı için gözyaşı bile döktüğüm olmuş muydu hiç? Kabul edildiği takdirde ne kadar gözyaşı dökeceğimi hiç mi hiç hesap edemediğim dualarım olmuş muydu?

 “… Hoşunuza gitmediği halde hakkınızda hayırlı olan, hoşunuza gittiği halde hakkınızda sır olan nice şeyler vardır. Siz bunları bilmezsiniz, Allah bilir!” (Bakara, 216)

“Ben Allah’ı istediklerimin olmamasıyla bildim!” (Hz. Ali. r.a.)

“Bir işi murad etme, olduysa inat etme”. (Erzurumlu İbrahim Hakkı)

Siz hangi dualarınız için gözyaşlarıyla dolu bir pişmanlığı göze alırdınız?