Değerli okurlar, baştan sizi uyarayım. Bugünkü yazım size biraz karışık gelebilir lakin bağışlayın. Meramımı ancak böyle anlatabildim.

Merhum sanatçı Cem Karaca vasiyetinde cenazesi için devlet töreni istememişti. “Beni alkışlarla değil, tekbirlerle gömün” demiş ve:

7 yaşlarında camiye gittim. Dizimde ağrı olduğu için bir ayağımı uzatmıştım. Cami cemaatinden yaşlı bir adamın birden ayağıyla ayağıma vurmasıyla irkildim. Sonra haşin bir ifadeyle 'Utanmıyor musun, Allah'ın evinde ayağını uzatmış oturuyorsun, kalk!' gibi sözlerine muhatap oldum. Kalktım ve ancak 70 sene sonra camiye dönebildim. Her çocuğun camiye dönmek için yetmiş sene vakti olmayabilir.”

Çocukluğunda yaşadığı “travmatik” cami hatırasını dinlediğimde içim acımıştı. Her aklıma geldiğinde hâlen içim acır. Cem Karaca’nın yetmiş yıl boyunca camiden ve İslam’dan uzaklaşmasına sebep olan yaşlı adamı yazı boyunca hatırlayın lütfen…

IRCICA Genel Direktörü Prof. Dr. Mahmud Erol Kılıç, İbn-i Arabî ekolü konusunda dünyadaki sayılı uzmanlardan biridir. O da yıllardır ruh eğitimi vermeyen cami/okul sisteminden oldukça muzdariptir.

Allah’ın merhamet dini olan İslam, günümüzde radikal/fıkıhçı Müslümanlar tarafından ceza hukukuna indirgendi. Geleneksiz, aşksız, renksiz, -ruhu yok var sayan- kaba din yorumundan dolayı dertli olan Mahmud Erol Kılıç, bakın ne diyor:

Anadolu irfânını temsil eden değerlerimizin millete tanıtılması konusunda çok somut adımların atılması gerekiyor. Bugün Mevlânâ’nın görüşlerinden istifadeyle oluşturulmuş bir müfredat programımız yok. Yunus Emre’nin şiirleri hala vezin ve kafiye açısından inceleniyor. Yani sadece Türk Dili ve Edebiyatı dersi olarak konu ediliyor. Oysa Mevlânâ ruhunun milli eğitim müfredatına sindirilmesi gerekiyor. Şeyh Edebali, Mevlânâ, Muhyiddin İbnu’l Arabi, Davud-i Kayseri, Molla Fenâri gibi âriflerin İslam algıları nasıldı, referans noktaları neydi? Bunların çok iyi bilinmesi gerekiyor. Geçtiğimiz hükümetler döneminde Diyanet, daha ulusalcı, modernist, selefi zümrelerin elindeydi. Yeni dönemde bu zihniyetin değişmeye başladığını ve daha geleneğe uygun, bin yıllık asli İslam anlayışına, tasavvufun baş tacı edildiği İslam anlayışına hürmet edildiğini görmeye başladık. Din özgürlüğü adına ülkemizde güzel kazanımlar elde edilmekte. Ama ontolojide hala bir sabite tespit edilememiş durumda. Örneğin Osmanlı İslam’ı, katıksız Tasavvufi İslam’dır. Osmanlı Devleti zamanında camiler bu kadar soğuk değildi. Zikirler yapılırdı, üstelik bazı zikirlere Padişah da katılırdı. Mesnevi okutulur, tütsüler yakılırdı... Şimdi bürokratik devlet dairelerine benziyor camiler. Bizi sekülerleştirdiler. Ruh eğitimi verilmiyor artık.

Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin pergel metaforu meşhurdur. Bir kanadı “Şeriat-i Muhammediyye” de sabitken, diğer kanadı “Merhamet-i Muhammediyye” ile yetmiş iki milleti rahmetiyle kuşatır.

İrfân ve hikmet sahibi ârifler, “İçimdeki ruh kimindir? Ben kimim? Nereden geldim? Nereye ve kime gidiyorum?” gibi insanın en temel varoluş sorusunun cevabına götürür bizleri.

İrfân yoksunu âlimlerin en temel yanılgısı hikmete uzak olmalarıdır. Kendi nefsini tanımayıp, kürsülerde sadece Cennet ve Cehennemden bahsetmek marifet değildir.

Henüz on yedi veya on sekiz yaşlarındaydım. İşim gereği ayda birkaç kez İstanbul’daki Beyazıt Meydanı’ndan geçerdim. Kaset satan işporta tezgâhlarının birindeki hoparlörden canhıraş ses tonuyla avaz avaz bağıran bir hocanın cızırtılı ve sinirli sesi meydanı kaplardı.

Teyp kaseti ve hoparlör marifetiyle Beyazıt Meydanı’nda yankılanan sesin sahibi -sert vaazlarıyla tanınan- merhum Timurtaş Uçar Hoca’ymış… Sebebini bilmiyorum ama o gün bugündür merhum Timurtaş Hoca’nın hiçbir vaazını dinlemedim.

O günlerde dinimi yeni yeni öğrenmeye başlamıştım Vaaz uslûbunda bendenizi kalben iten/uzaklaştıran bir şey vardı. Belki de bendenizi iten sebep, Timurtaş Hoca’nın davet metodundaki kaba sertlik derecesiydi.

1980’lerdeki vaaz kasetleri dönemi bitti. Günümüzde cemaate yaptığı ateşli vaazlarla meşhur olan “fenomen” imamlar türedi.

Kalabalık toplamak; rayting ve like almak uğruna sinir uçlarını gererek kavgayı büyütmek, toplumu ayrıştırmak, düşmanlıktan beslenmek ilim yolu değildir. Allah’ın kullarının gönlü; ayrıştıran değil, birleştiren ruhtan yanadır.

Fenomen olmanın şöhreti ve dayanılmaz hazzıyla ne zamana kadar oyalanacaksınız? Cuma Hutbesi hariç, cami hoparlörlerinden sohbet yayınlamak yanlıştır. Zorla din tebliği olmaz. Hastaların, uyuyanların veya sizi dinlemek istemeyenlerin kalplerini İslam’dan soğutmayın. Talip olan kendi gelir.

Peygamber Efendimiz’in(sav) davet metodu; kavga etmek değildi. Toplumsal barışı esas alan İslam Daveti “hikmetli ve güzel söz”  üzerine kurulmuştur.

Fenomen imamlar! “Kolaylaştırın, zorlaştırmayın. Müjdeleyin, nefret ettirmeyin” Nebî (SAV) ihtarını siz hiç duymadınız mı?