Orda, uzakta, Doğu Asya’da bir kadim vatan var. Adı “DOĞU TÜRKİSTAN.”

             Doğduğumuz vatan, “ATAVATAN.” Ceddimiz Müslüman Uygur Türklerinin kadim toprağı, hepimizin, tüm Türk dünyasının, ümmetin toprağı ve ümmetin kardeşleri.

              Şimdi onlar mahzun, öksüz ve yetim. Yalnız bırakılmış, Çin vampirine terk edilmiş.

               Komünist  Çin’in faşist, zalim yöneticilerinin, insanlık tarihinde görülmemiş en büyük zulmüne maruz. Ve bunlar  yeni değil. Yıllardır süren  ve artarak devam eden bir mezalim.               

              Son yıllar ve aylarda  yaşananlar ise,  Orta Çağ engizisyonunu geride bırakır bir halde.

               Çin’in  camilere ve evlere hapsettiği din, şimdi evlerde de yasaklandı. D.Türkistan'da artık evlerde Kur'an ve seccade bulundurmak da, başörtüsü  ve oruç da  yasak.

               Uygurların en büyük âlimi, Muhammed Salih'i tutukladığı ve ilerlemiş yaşına rağmen işkence altında hapishanede öldürüldüğü bilinen bir gerçek.Başka nice alim, ulema, aydın ve yazarıda.

               Yurt dışında çocuğu veya yakın akrabaları eğitim gören, ticaret yapan, akraba ziyaretlerinde olan velilere ve aile fertlerine, yurt dışındaki çocuklarını ve yakın akrabalarını geri getirmeleri için baskı uygulanıyor. Çocukları rejim güçlerince verilen müddette geri dönmediği takdirde çocukların anne babaları gözaltına alınarak işkenceye tabi tutuluyor.

 

                 Dışarıdaki  Doğu Türkistanlıların memleketlerindeki yakın akrabaları ile haberleşmeleri zaten yıllardır yasaktı, şimdilerde yasaklar daha da artmış durumda. Özellikle telefon, e-posta,vatsap v.b. gibi iletişim araçlarıyla haberleşmeleri  katı bir şekilde engellenmiş durumda. Yurt dışındaki akrabalarının telefonlarına çıkanlar bulunduğu mahalle veya ilçedeki karakollara götürülerek sorgulanıp taciz ediliyor.  

 

               Doğu Türkistanlı Türkler genç yaşlı, kadın erkek ayrıt edilmeksizin rejim güçlerinin belirlediği meydanlarda karma toplu dans etmeye ve Çince Çin Komünist Partisi'ni öven türküler söylemeye mecbur edilmekte. Hastalık ve çeşitli nedenlerden dolayı meydanlara gelmeyenler ise cezalandırılmakta.

               Bir başka haberde; “Çin, Doğu Türkistan’da ‘Kardeş Aile’ projesi adı altında her D. Türkistanlının evine bir Çinli erkek yerleştirerek Müslüman Uygur Türk ailesinin namus ve iffetini tarumar ediyor.”

             Diğer bir haberde de, Çin yönetiminin, ülkedeki tüm camilere, ulusal Çin bayrağının göndere çekilmesi, vatanseverlik ruhunu ilerletmeleri ve millet  kavramını güçlendirmek için sosyalist değerleri vurgulamaları çağrısında bulunulduğu belirtiliyor.

               Çin hapishanelerinde bir milyonun üzerinde Uygur Türk’ünün tutulduğu belirtiliyor.

             Çin Nazi kamplarındaki  Uygur ve Kazak Tutsaklar,  sistemli ve sürekli şekilde aşağılandıklarını ve kendilerine galiz  küfür ve hakaretler  edildiğini, Çin’in esas amacının onurlarını kırarak, aşağılayarak kimliklerinden uzaklaştırmak olduğunu, ayrıca çeşitli yöntemlerle Beyin yıkama seanslarına tabi tutulduklarını belirtiyor, bu baskı, zulüm ve beyin yıkama cinayetlerini şu başlıklar altında sıralıyorlar:

             1-Her gün çok erken kalkıyor ve Çin devlet marşı eşliğinde bayrak törenine katılmaya zorlanıyorlar 2-Ondan sonra saatlerce devam eden  ezberleme ve ideolojik eğitime  tabi  tutuluyorlar.

              Eğitimde ezberlenmesi istenen slogan,öğreti ve konular da şunlar:

              1- Çin Komünist Partisi Tüzüğü ile onun Liderlerinin öğretilerini Çince ezberlemek. 2-Ekim 2017’da yapılan ÇKP 19.Kurultayının kararlarını ve ruhunu yüksek sesle okumak ve anmak. 3-ÇKP  Genel Sekreteri ve Devlet Başkanına teşekkür etmek, ona sağlık ve uzun ömürler dilemek.

              Bu ve benzeri akla ve hayale gelmedik zulümler bu masum ve mazlum millete en acımasız bir şekilde uygulanıyor.

              Ne yazık ve ne acıdır ki, ne resmi yetkililerimizden, ne muhalefet partilerinden ve ne de devlet gibi, resmiyete bağlı olmadığı halde, çok çok azı müstesna, STK’ dan “çıt” bile çıkmıyor.Çok haklı olarak Suriye’de, Filistin’de, Arakan’ da olan mezalimlere, cılız da olsa çıkarılan ses, D.Türkistan’dan esirgeniyor.Türkiye bu konuda maalesef “ölüm sessizliğinde.” Uygur Türk’ü Müslümanları, acılarıyla baş başa bırakılıyor. Ve bütün bunlar, geçmiş asırlarda değil, 21.YY da, Milenyumda yaşanıyor.

 

               Daha acı olanı da, D. TÜRKİSTAN'DA İNSANLIK TARİHİNİN EN BÜYÜK ZULÜM, SOYKIRIM VE MEZALİMİ, EN VAHŞİ ŞEKİLDE SÜRERKEN "ÇİN" İLE  "KARDEŞ ŞEHİR" ANTLAŞMALARI  yürürlükte duruyor!

               İ.Netten ve ilgili belediyelerin sayfalarından derleyebildiğim kadarıyla, aşağıdaki  şehirlerimiz, Çin’in şu şehirleriyle, kardeş şehir antlaşmalarını yürürlükte tutmaya devam ediyor, hala iptal etmiyor:

              Afyonkarahisar ( Çin- Yunfu ), Alanya ( Çin-Fushun), Antalya ( Çin-Haikou), Bursa (Çin- Anshan), Denizli  (Çin-Jiaozhou), Ereğli ( Çin- Jinhau ), Eskişehir ( Çin-Changzhou ), İstanbul (Ho Şi Min ya da Jiangsu, Şangay, Xi'an), İzmir ( Çin- Tianjin, wuhan ya da Jiangsu ), Konya ( Çin- Henan), Mardin ( Çin-Golmud ) ve Tırabzon (Çin-Rizhao ).

 

             Anlaşılması ve algılanması zor olan ise, kendi katilimiz ile nasıl kardeş olabiliyor, kalabiliyor, kalmaya devam edebiliyoruz!?

              Aynı durum kanser uru, tümör, Müslümanların kalbine saplanmış zehirli hançer ziyonist izrail için de geçerli.

              Şu şehirlerimizde izrail’in işgal ettiği şehirlerle ya da işgal ettiği topraklarda kurduğu şehirlerle kardeş şehir uygulamasını hala cari tutuyor. Adana ( İzrail - Beer Şeba ), Antalya ( İzrail-Bat Yam ) ve İzmir ( İzrail- Tel Aviv ).

              Bu durumu anlayan varsa, lütfen izah etsin!

              Not: Yanlış yazdığım kardeş şehirler  olduysa, iptal edenler varsa  ve bu yanlışı bana bildiren şehir belediyelerimiz olursa, özür diler, kendilerini tebrik ederiz.