“—Hışşşt!
Soluğum içimde kaldı. Dimdik, upuzun, ‘Kız Söğütleri’nin salım salım bir yaprağı gibiydi orda. Sarı, eski bir testi kırıktı. Ekin gibi sararmış bir rüzgâr parçası, sazların arasında ışıl ışıldı. Geldi, yanıma oturdu, kocaman kocaman göl yapraklarının üstüne”.
Böyle başlıyor “Nuni”. Faik Baysal’ın, kaç kez okuduğumu bile artık sayamadığım, hüznü insanın içine işleyen, aslında çok da tanıdık bir gençlik heyecanını anlattığı hikâyesi.
Nuni, Adapazarlı, Boşnak bir genç kız. Asıl adı Nuriye; ama mahallede ona kısaca Nuni diyorlar. Çil, onun yeniyetme, şaşkın sevgilisi. Çil, onun da asıl adı değil tabii, ona böyle sesleniyorlar yüzündeki çillerden ötürü.
Hikâye, kısacık bir zaman diliminde geçiyor aslında. Sakarya suyunun kenarındaki bir sandalda, gece, yıldızlı bir gökyüzü altında, birbirlerine sokulmuş, elleri kâh kenetlenip kâh ayrılan bir gencecik çift... Sürekli konuşan, sitem eden, ağlayan, sevgilisine sarılan, biraz sonra onu ittiren Nuni ile kalbi küt küt atan, kadınları ve aşkı henüz anlayamamış, Nuni’nin küçücük ayaklarını avuçlarında sımsıkı tutarken mest, genç oğlan, Çil…
“—Çil!
—Ne var Nuni?
—Al, senin için pişirdim. Çapiska, şekerli hem de. Pekmez de koydum biraz içine.
Aldım, sıcak sıcaktı daha. Ne tatlıydı Sakaryalı bir Boşnak kızının yoğurduğu, kuru fındık dalları ve ceviz kabuklarıyla kızdırılmış toprak fırınında pişirdiği Çapiska, mısır kurabiyesi.”
Ansızın bastıran yaz yağmuru, sandalı ters çevirip içine oturan genç âşıkları birbirine daha da yaklaştırıyor. Nuni’nin tek dileği, Çil’in kendisini kaçırması. Çil buna itiraz ettikçe ne erkekliği kalıyor, ne cesareti, ne âşıklığı. Sandalın üzerine yağan yağmur gibi üstüne çöküyor Nuni’nin soruları. O sordukça, Çil, önceden kafasında hazırladığı bütün lafları unutuyor, ne tepki vereceğini bilemiyor, sersemliyor adeta.
“—Sen beni sevmiyorsun Çil.
Şaşırdım, hem de korktum. Dilim tutuldu.
—Yeter artık Nuni!
—Kaçır beni, kaçır artık!
—Ne zaman?
—Şimdi.
—Nereye?
Başını dizlerimden hışımla çekti. Soğuktu, kırık kırık bakıyordu gözleri.
—Sen de erkek misin sanki? Beni nereye kaçıracağını bile bilmiyorsun daha.”
Böylece bir kez daha ağlar Nuni. Ama bu, o akşamki son ağlamasıdır. Aya arkasını döner ve koşarak yanından uzaklaşır İstanbullu sevgilisinin. Çil’in “Kaçıracağım seni, valla kaçıracağım!” deyişine aldırmaz bile. İş işten geçmiştir artık. Sazlıkların arasında gözden kaybolur. Issız Sakarya boyunda yapayalnız, ne olduğunu anlayamamış bir halde kalakalmıştır Çil. Ellerinde Nuni’nin ikram ettiği çapiskanın kokusu...
“Nuni”yi ilk okuduğumda, ben de tıpkı hikâyedeki Çil gibi kalakalmış, demek böyle birdenbire ve kolayca bitebiliyormuş bir gönül ilişkisi, diye düşünüp şaşırmıştım. Sonra yıllar geçtikçe Faik Baysal’ın o sımsıcak anlatımının, ustaca kurguladığı diyalogların, o diyaloglardaki Sakarya’ya özgü dilin tadına doyabilmek için tekrar tekrar okudum bu hikâyeyi. Dahası, kadın ve erkeğin arasında, bazen bir damla bazen bir okyanus kadar büyük ve derin farkı imleyen harikulade bir anlatımı vardı Faik Baysal’ın. Onun gepgeniş insanlık panaroması sunan görkemli romanlarının, Sarduvan’ın, Madam Bambu’nun, Voli’nin yanında, “Nuni” bende bambaşka duyarlıklar, masumiyetler, anlatması zor heyecanlar, hüzünler uyandırıyor her okuyuşumda.
Şimdi, kitabın kapağını çeviriyorum, bir yazı çıkıyor karşıma: “İkinci alış. İlkini ona vermiştim”. Hemen canlanıyor gözümde: Hikâyeyi ona okurken her satırda artan bir ilgiyle, çıkık çıkık gözlerini daha da açarak dinleyişi beni. Dayanamayıp, kitabı ona hediye etmiştim. Artık o bana Çil diye sesleniyordu, ben de ona Nuni. İyiydik. “Bana yaprak sar”, demiştim, “bir de çapiska yap”. Gülmüştü buna. Sonra, tabii beklenildiği üzere, birden kaybolup gitti, tıpkı Nuni gibi. Birdenbire bir gidiş. Şimdi düşününce ne kadar komik geliyor insana. Fakat kitap da onda kalmıştı. Neyse ki tekrar aynı baskısını bulup aldım kitabın. Evet, yıllar geçti belki ama hatırlıyorum işte, Kadıköy’de, kalabalığın içinde dururken öyle tek başıma, çapiska kokuyordu ellerim hâlâ!