Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın himaye ederek imzaladığı aşağıdaki genelge kapsamında 2023 yılının resmî olarak “Hz. Mevlânâ Yılı” ilan edildi. Çok yerinde bir karar.

 “Anadolu topraklarında gönülleri buluşturan, kalpleri sevgi ve şefkat hamuruyla yoğuran ilim ve öğütleriyle, birliği, beraberliği ve kardeşliği yeşerten büyük İslam âlimi Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin (Mevlânâ) hayatı fikirleri ve eserleri asırlardır insanlığın yolunu aydınlatmaktadır… Anadolu’da ilim, irfân ve hikmetle harmanladığı Mesnevi’siyle millet olma şuurunu yerleştirmiş ve topraklarımızı bu aziz değerle mayalamıştır. Bu minvalde Mevlânâ’yı hürmetle ve rahmetle yâd etmek üzere vuslatının 750. yıldönümü olan 2023 yılı “Mevlânâ Yılı” olarak kutlanacak ve yıl boyunca yurt genelinde ve yurt dışında etkinlikler düzenlenecektir…”

Mesnevî adlı şâheserin sahibi Hz. Mevlânâ ülkemizin gelecek köprüsü olan gençler için rol modeldir. Materyalizm, Deizm ve Ateizm tasallutu altında ezilen gençlerin en büyük eksiği “ruh ve irfân”  konusundaki derinlik eksikliğidir. Copy-paste yaparak derinlik kazanılmaz.  

Cumhuriyetin ilk yıllarındaki tek parti iktidarı döneminden itibaren eğitim müfredatında yer almayan ve kasten unutturulan “manevî” dinamiklerimizin yeniden keşfedilmesi için fırsat olan “Mevlânâ Yılı Genelgesi” hayırlara vesile olsun…

Kuşkusuz ki genelgenin öncelikli muhatabı DİB ve MEB’dir.

Cumhuriyet ilanıyla birlikte 03 Mart 1924 yılında kurulan Diyanet İşleri Başkanlığı mevcut rejimin -dini/kültürel- geçmişi inkâr eden politikaları sebebiyle dönemler boyunca baskı altında kalmıştır. DİB, devleti yöneten siyasî kadroların yanlış yaptığı veya tıkandığı noktalarda Hakk ile Bâtılı hatırlatacak siyaset üstü ilim merciîdir. DİB, Türk milleti ve devlet aklının mayasına uymayan akılcı, mealci, tarihselci, modernist, Vehhabî ve Selefî akımlardan korunmalı, Anadolu ruhunun ve ehl-i sünnet itikadımızın kalesi olmalıdır.

Cumhurbaşkanımız tarafından göreve getirilen DİB Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş’ın mücadelesine,  yurtiçi ve yurtdışındaki gayretlerine şahidiz. Buradan bir çağrı ve ricada bulunmak isterim. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın din hizmetleri kurumu olarak kendini “Türkiye Yüzyılı” perspektifinden yeniden tanımlaması kaçınılmazdır. DİB, irfân geleneğimizle barışmalıdır.

Yüzyıllardır Anadolu ve Rumeli topraklarını nefesleriyle mayalayan Hz. Mevlânâ, Yunus Emre, Ahmed Yesevî, Ümmî Sinan, Niyazi Mısrî, Şâbân-ı Velî, Hacı Bayram gibi Allah dostu âriflerin dîvânlarında yer alan yüksek irfan, yüksek ahlak ve kalp ilimleri camilerde cemaatle buluşsa ne güzel olurdu… Maalesef camilerimizdeki vaaz ve hutbelerde irfan ve hikmet derinliği yok. Mevlânâ’dan insan sevgisini, Allah aşkını, hakikati, marifeti anlatan; içimizi ısıtacak, kalbimizi diriltecek, gözlerimizi nemlendirecek beyitler okunsaydı kürsülerde ne iyi olurdu. Osmanlı kültüründe camilerde var olan “Mesnevîhan” geleneğini yeniden ihya etmek Diyanet İşleri Başkanlığı’mız için zor olmasa gerek.

Türk devlet aklı; Selçuklu dönemi Ahmed Yesevî, Mevlâna, Hacı Bektaş, İbnu’l Arabî -Allah onlardan razı olsun- düşüncesinden beslenmişti.  Osmanlı dönemi ise Şeyh Edebâlı ile başladı, Hacı Bayram-ı Velî ve diğer âriflerle günümüze kadar devam etti.  İstanbul’u fetheden Fatih Sultan Mehmed, Türk Devlet aklının “maddî/zâhirî” gücünü temsil ederken, hocası Akşemseddin Hz.de “manevî/bâtınî” gücünü temsil ediyordu.   

Millî Eğitim Bakanlığı, zihnen savrulan ve manevi boşluk girdabına kapılan genç öğrencilere, Anadolu’yu mayalayan manevî mimarları neden öğretmez? Öğretmenler edebiyat dersinde şiir kalıplarını, aruz vezninin inceliklerini anlatırlar ama irfan nefesini neden anlatmazlar? Gençler Mevlânâ’yı, Yunus Emre’yi nereden öğrenecek? Gençler, kendi kültür havzalarına dair hiçbir şey bilmiyorlar ne yazık ki… Batı klasiklerini okumakla övünen çocuklar kendi kültür değerlerini tanıyamadan mezun oluyorlar… Tabii ki hâli hazırda görev yapan öğretmenler ve imamlar irfân geleneği konusunda ne kadar yetkindir? Bu konu da ayrı bir dert maalesef.

Yaklaşık yüzyıldır Hz. Mevlânâ’yı; cami kürsülerinden, okullardan uzak tuttuk da ne oldu?

Herkes kendi zannınca benim yârim oldu

Derunumdaki esrarı kimse araştırmadı

Benim sırrım feryâdımdan uzak değildir.

Lâkin her gözde onu görecek nûr,

Her kulakta onu işitecek kudret yoktur.”

Hz. Mevlânâ