Geçen yazımda sanatçı konformizminden söz etmiş ve Türkiye’de etliye sütlüye karışmayan aydın ve sanatçıların her zaman var olduğunu, özellikle cumhuriyet arifesinde yani milli mücadele döneminde bu tip insanların tartışma konusu olduğunu dile getirmiştim. Şimdi sorum şu: Yüz yıl önceki ulusal kurtuluş savaşında yokları oynayan şair ve yazarlarımız bugün nasıl hatırlanıyorsa bugünlerde kendilerinden ses seda çıkmayan aydınlarımız da yine öyle hatırlanmayacaklar mı seneler sonra?

Ülkenin sanatçısı, aydını, entelektüeli elbette yanılabilir, hata yapabilir, olabilir. Fakat ülke menfaati, açık tehdit ve saldırı durumunda hangi safta yer alacağıdır önemli olan. Orada şiraze kaydı mı, düzeltmesi pek mümkün olamıyor. Geçenlerde değerli hocam, Prof. Dr. Yılmaz Daşcıoğlu’nun da bulunduğu bir sohbette, “Her zaman, dünyanın herhangi bir yerinde gelişmelere dair fikir beyan eden, tezler öne süren Zizek, Chomsky neredeler? Şu yaşadığımız 15 Temmuz ihanetiyle ilgili bir kelime ettiler mi?” diye soruldu. Doğru bir soruydu, ancak sıralamada ondan önce gelen bir başka soru daha vardı: “Her konuda tezler öne süren milli aydınlarımız neredeler acaba?”

İsmet Özel, doksanlı yıllarda çıkmış bir yazısında şöyle söylüyor: “Türkiye’nin aydınları bir yirmi yılı kendi somut ülkelerinde yaşamıyormuş gibi geçirdiler.” Üzerinde düşünülmesi gereken bir söz değil mi? Ve bakın devamı da var: “Somut bir vatan duygusundan uzaklaştı aydınlarımız, soyut bir vatan duygusunu ise sınırsız bir gerginlikle yaşadı. Üstelik bu zıtlık aydınlara özgü bir duygu olmaktan sıyrılıp daha geniş insan yığınlarına yayılmaya başladı”. Özel’in Zor Zamanda Konuşmak kitabında yazının tamamını bulabilirsiniz.

Kısaca, vatanseverlik kavramının içi boşaltılıyor demeye mi getiriyor İsmet Özel? Galiba öyle. Bahsettiği dönemin üzerinden de bir yıl geçmiş üstelik. Neden peki? Sebebi belli: Özendiğimiz, özenilecek kişi bellediğimiz aydınlarımız, entelektüellerimiz, sanatçılarımız üstelik laiklik, demokrasi, hürriyet gibi temel kavramları da alet ederek yavaş yavaş bizleri gerçek vatan fikrinden uzaklaştırmaya, soyut ve nihai amacı belirsiz ilkeler uğruna vatansızlaştırmaya çalışmaktaydı. Yıllar geçti, görünen o ki mayamız sağlam, sabun köpüğü ideallere, sahte kutsallara karnımız tok, vatan sevgisi ise şiddetle berdevam!

Ayrılmak istediği flörtüne “sorun sende değil bende” diyerek sözde alçakgönüllülükle meseleyi halletmek isteyen gencin retoriğini tersine çevirerek, halkına sürekli “Ben mükemmelim, sorun bende değil, sende!” diyen aydın ve sanatçılarımızdan ne çektik bugüne kadar! Üstelik onlara en çok ihtiyaç duyulan zamanlarda, “zor zaman”da! Şimdi kendilerine sorunun “bizde değil onlarda” olduğunu söylemek hakkımız değil mi?

“Aydın, hakikati arayan, bulduğunda da onu hiç bir hesap yapmadan, gerekirse hayatı pahasına haykıran insandır. Dünyadaki aydınlıkları, kendilerini yakmaktan çekinmeyen hakikat  sevdalılarının saçtığı ışıklara borçluyuz.
Aydın ışık taşır, sahte aydınlarsa karanlık! Hiçbir karanlık sahte aydının bizzat kendisinden daha kara değildir. Toplumlara musallat bütün dertlerin mesulleri onlardır. Kuyular ne kadar minarelere benzerse onlar da o kadar aydındır!
Efsane sönmesin diye tarihi, yalan tahtından inmesin diye gerçeği, masal susmasın diye hakikati feda edenlerin aydın sanıldığı bir ülkenin karanlığına şaşılmamalıdır.
Hainlerin kahraman bilinmesine göz yumanlarla kahramanların hain tanınmasına ses çıkartmayanlar aynı esfel-i safilin'in çamurundandır!
Sahte aydınlar olmasaydı sahte kahramanlar olmayacaktı.
 İhaneti gizleyenler hainler kadar suçludur!
 Bir gün hakikatin erkek sesi; " Suçlu ayağa kalk! " diye haykırdığında, sahte kahramanlarla sahte aydınlar yerlerinden birlikte doğrulacaklardır!
 Böyle aydınlar olmasaydı bu ülke ne kadar aydınlık olacaktı...”

Yukarıdaki satırlar, yirmi iki yıl önce âlem-i ervaha göçerken ardında bize eşsiz kalitede özdeyişler ve hepsi ayrı birer özdeyiş hükmündeki cümlelerden oluşan yazılar bırakan Selahaddin Şimşek’e ait. Onun “Efsaneyi Gerçeğe Tercih Eden Aydınlar” başlıklı yazısından. Neyi anlıyoruz? Kısaca şu: Aydın, entelektüel, münevver, sanatçı, kanaat önderi, üniversite hocası… Yani toplumu yönlendiren, biçimlendiren, uyaran, uyarması gereken kişi kimse onun işi hiç de kolay değildir, hele ki zor zamanda, asla kolay değil!

Görünen o ki, bugün yüz yıl öncesine göre aydınlardaki değişim, doğru ya da yanlış, haklı ya da haksız ama kendince inandığını söyleme tavrından, zevahiri kurtarmak için, ülkenin başına ne gelirse gelsin benim suyum kesilmesin mantığıyla hareket etmeye doğru evrilmiş durumda. “İçi boşaltılmış değerler çağı” olarak nitelemekte bir sakınca olmayan postmodern dönemin bir yansıması mı acaba bu da? Yurt dışında Türkiye’yi temsil etmek pahasına adını soyadının yazılışını bile değiştirmeyi göze alan (!), Avrupalıların nedense (!) en çok ilgilendiği insan hakları, Ermeni tehciri gibi konularda sık sık fikir beyan eden romancılarımıza, öykücülerimize sormak abes midir acaba: “Neredesiniz?”

Sanatçının memleket meselelerine ilgisi veya kayıtsızlığı yanında bir de elbette kendini sanatçı belleyenlerin veya kendilerine öyle hissettirilenlerin durumu var ki onlara da değinmeden geçmek olmaz. Zira onların böyle zamanlardaki tutumları iyice kara mizah tadında. Şunu biliyoruz: Küçük insandan büyük sanatçı çıkmaz. Bir kere kumaşı yetmez, ikincisi yüreği. Açığı kapatmak isteyen küçük insan, büyük laflar etmeye kalkınca daha da gülünçleşir, maskaralaşır ve alay konusu haline geliverir. Böylelerinden ne kadar da çok türedi son günlerde ya rabbi!

Mahalle yanarken saçlarını tarayanların memleket fiilî bir savaşın eşiğinde ve hatta içindeyken de en fazla köşedeki bakkala kadar gidip “Ne oluyor kuzum?” diye sorması normaldir elbette. Normal olmayan ise bu türlü “saçı uzun”ların sırf şarkı nevinden bir şeyler söylüyor diye sanatçı gurubunda kabul edilip bir de hadsiz ve beyinsizce yorumlarının ciddiye alınıp gündeme getirilmesidir ki ne yazık ki Türkiye’de bu “anormal”i pek sık yaşıyoruz son zamanlarda. Beceremeyeceğini bildiğimiz için “sen bir çay koy en iyisi” de diyemediğimiz bu ve bunun gibi bir sürü uzun saçlı küçük insan ülkemizin naif, gözlüklü, öykü yazıp seslendirme de yapabilen kültür mücahitlerinin “… yalnız değildir” sloganlarıyla koruma altına alınmaya çalışılırken memleketimin bir can kardeşi bakın ne yazmış sosyal medyada: “… tabii ki yalnız değildir. Neden olsun ki? Ama bak bana, yalnızım. Niye? Çünkü -1750 TL içerdeyim!”.

Hepimiz, memleketiyle, vatanıyla, bağımsızlığıyla dertlenen herkes, sonuçta öyle ya da böyle içerideyiz. İyiler, genellikle içeridedir; paradan, vefadan, mutluluktan yana. Olsun, bir türlü dışarıdan içeriye girememek, içeriden konuşamamak, içerideki derdi tasayı, hüznü ve mutluluğu duyup, yaşayıp anlatamamak… Asıl sorun budur. Hamdolsun, öylelerinden değiliz.