Bir Nobel mevsimi daha geldi çattı ve bu kez edebiyat meraklıları ve hatta kamuoyu için de şaşırtıcı bir isme gitti Nobel edebiyat ödülü, dünyaca ünlü şarkıcı ve müzisyen Bob Dylan’a. Neden böyle oldu? “Bob Dylan bir edebiyat Nobel’ini almayı hak ediyor muydu?”… “Şarkıcı değil miydi o?”… “Bob Dylan kimdi yahu?”… Gibi türlü çeşitli sorular arasından en ciddi olanına yani Bob Dylan’ın şiir ve roman da yazmış olmasına rağmen daha çok müzisyen kimliğiyle öne çıkmış bir sanatçı olarak Nobel’i gerçekten hak edip etmediği sorusuna ve asıl önemlisi müzik ile şiirin kimilerince hiç hesaba katılmayan ilişkisine değinmek gerekir.

Öncelikle, Dylan’ın Nobel’e değer görülmesinin gerekçesi üzerinden şiir ve müzik ilişkisini, ikinci olarak da Nobel edebiyat ödülünü alıp almamanın bir edebiyatçının kalitesini belirlemede ne derece geçerli bir ölçüt olduğunu sorgulayalım isterseniz. İlkinden başlayalım.

Bugün artık 76 yaşına dayanmış olan Dylan, hâlâ turnelerle dünyanın dört bucağında konserler veren, moda tabirle fenomen bir müzisyendir. Müziğe ilgi duyanlar onun bu alandaki biricikliğini hemen teslim ederler, tıpkı Tina Turner yahut Leonard Cohen’inkini ettikleri gibi. Gelgelelim, Dylan’ın şiir de yazmış olduğunu, üstüne üstlük bir de roman yayımladığını ise sıkı Dylan hayranları dışında çok az kişi bilmekteydi. İlginç olan ise şu: Nobel’e Dylan’ı layık gören İsveç Kraliyet Akademisi üyeleri onun edebiyat sahasındaki bu yayınlarına hiç de kulak asmamış gibi. Zira kendileri ödüle gerekçe olarak Dylan’ın “Amerika’daki şarkı geleneğine yeni ve şiirsel bir ifade tarzı getirmesi”ni gösterdi. Yani sebep onun şiir ve roman da yazmış olması değil, şiiri müziğe entegre etmesi ve müziği şiirleştirmiş olması!

Burada duruyor ve soruyorum: Bunun nesi Nobellik? Soruyorum çünkü ödülün adı Nobel edebiyat ödülü olarak belirlenmiş, müzik değil! Hürriyet yazarı Kanat Atkaya gibi fanatik düzeydeki Dylan hayranlarının “Yaşasın, Bizim Bob’a gitti!” şeklinde muzaffer edasıyla kutladığı bu ödülün niteliğini kendileri bir çay içip sakinleştikten sonra oturup adam akıllı konuşmak da isterim. Ödül yolunu şaşırmış gibi durmuyor mu sizce de?

Konuya tersinden, yani şiirde müziğin etkisi açısından bakıldığında ise karşımıza çok kadim bir gelenek çıkıyor: Lirik şiir. Antik Yunan’da lir adlı bir çalgı eşliğinde söylenen içli ve şiirsel ezgilerden adını alan lirik şiir tastamam şiir-müzik ilişkisi, daha doğrusu birlikteliği üzerinde şekillenerek bugün artık modern şiirin de en önemli kıstaslarından biri olup çıkmıştır. Demek ki, iyi şiir, edebiyat terminolojisindeki adıyla “saf şiir”, büyük ölçüde müzikten beslenmekteydi. Şiiri, müzikten ayrı düşünmek bir anlamda şiirin doğasına aykırıydı, tabii gerçek şiirin! Merak edenler Heine’ye, Baudelaire’e, Ahmet Haşim’e veya Adorno, Paul de Man ve daha başka filozofların bu konudaki yazılarına bakabilirler.

Öte yandan, Nobel daimi sekreterinin şu açıklaması sözünü ettiğim kadim geleneğe işaret etse de günümüz edebiyatı için çok zayıf bir iddia olmaktan kurtulamıyor: “2500 yıl önce Homeros ve Sappho'nun da dinlenmek ve enstrümanlarla sahnelenmek üzere edebî eserler ortaya koyduğunu görürüz. Bugün hâlâ Homeros ve Sappho'yu okuyoruz ve dinliyoruz. Bob Dylan'da olduğu gibi…” Sekreter yanılıyor zira bugün kimse Homeros’u ve Sappho’yu “dinlemiyor”! Şiir de öykü de roman da artık eskilerin destan, şarkı, balad vs. olarak musiki aletleriyle “söyledikleri” bir şey olmaktan çıktı, “okunan” bir şeye dönüştü. Okunan şeyin içindeki musikiyi sevmeye devam ediyoruz sadece. Öyleyse Bob Dylan’ın yazdığı şiirlerde müzikten yeni ve farklı bir şekilde yararlanması ve böylece saf şiire, ya da modern şiire diyelim, inkâr edilemez bir katkı sunması gibi bir gerekçe Nobel edebiyat ödülü için daha anlamlı ve tutarlı olmaz mıydı acaba?

İkinci meseleye, yani Nobel’in bir edebiyatçının kalitesini belirlemede ölçü olup olamayacağı sorusuna gelince, bu soruya hiç düşünmeden evet diyebiliriz çünkü biraz düşününce hayır diyeceğimiz ortadadır. Geçmişten bugüne dünyada Nobel’i önemsemeyen, Nobel’siz de tanınan, yazarlık idealini Nobel’e ihtiyaç duymadan kuran ve sürdüren pek çok önemli yazar var çünkü. Borges’ten Adonis’e; Kundera’dan Kazancakis ve Murakami’ye… Dileyen, Nobel’i kazandığı halde reddeden Sartre’ı, Pasternak’ı, hatta Engin Ardıç’ın “En çok Nobel alamayan yazar” diye küçümsediği Yaşar Kemal’i de bu listeye ekleyebilir tabii. Bana göre, saygınlığı her geçen sene biraz daha azalan Nobel’i gerçek edebiyat ve sanatı belirleyen bir ölçüt olarak çok fazla ciddiye almamak gerekiyor.

Unutmadan, bu yıl Nobel edebiyat ödülü şiir yazan bir müzisyene, Bob Daylan’a verilmeden birkaç gün önce, Sakarya Üniversitesi Yeni Türk Edebiyatı bölümü olarak, değerli Hocamız Yılmaz Daşcıoğlu koordinatörlüğünde yürütülecek geleneksel Bilgi Evi okumalarının bu dönemki konusunun “Edebiyat ve Müzik” olarak belirlendiğini de söylemeden geçmeyeyim. Şiir, sessiz bir şarkıdır diyen Ahmet Haşim’in, birçok şiiri bestelenmiş, kendisi de “şarkı”lar yazmış Yahya Kemal’in, şiire bir musiki bestesi gibi bakan Tanpınar’ın ve daha pek çok şairin eserlerinden yola çıkarak edebiyatla müzik arasındaki etkileşimin boyutlarını tartışacağız Kentpark’taki Bilgi Evi’nde bu dönem. 27 Ekim’de başlıyor ve on beş günde bir. Herkes katılabiliyor. Edebiyat ve müzik ilişkisi hakkında siz ne düşünüyorsunuz? Gelin, bu konuya orada devam edelim.