İsli, kurumlu, soğuk bir Ankara akşamında en az dışarısı kadar soğuk, eski bir evin odalarını dolaşıyorum. Uzun bir sedir, ocak, halı. Hepsi o kadar. Birkaç yıl önce müze haline getirilen bu ev, Mehmet Akif’in İstiklal Marşı’nı yazdığı; o inançlı, o coşkulu, o büyük şairin nefesini hâlâ duvarlarında taşıyan Tâcettin Dergâhı’dır. İmanının coşkusundan titreyen parmaklarıyla bir milletin istiklalini kâğıda değil, kalplere yazan bu büyük şair, bütün değerlerin içinin boşaltılmaya çalışıldığı 21. asırda bir azim ve inanç abidesi olarak kıymetli yerini koruyor.

             “Hayatta da, sanatta da, Akif, yanlış anlaşılan adamdı!”. Mehmet Akif’i en iyi tanıyan dostlarından biri olan Mithat Cemal Kuntay, ünlü şair için böyle söylemişti. Ne yazık ki, bu sözdeki doğruluk payı bugün de net bir biçimde karşımıza çıkıyor. Mehmet Akif’in nasıl bir insan olduğunu anlayabilmek için kalıplaşmış düşünce biçimlerinin dışına çıkmak gerekir. Bugün, Safahat’tan toplasan beş şiir okumamış, İstiklal Marşı’nı sadece ilkokulda ezberlediği kadar anlayabildiği halde Akif’i kendince yüceltme yarışına giren bir yığın cahil ile sırf ideolojisine aykırı olduğu için, imanı ve İslam’ı Türklüğün ayrılmaz bir vasfı olarak gören Akif’i yok saymaya veya küçümsemeye kalkışan züppe ve sahte bir entelektüel kitle söz konusudur. Oysa Akif, varlık, millet, hak, adalet, İslam, Batılılaşma ve en önemlisi insanlık konularında her türlü ideolojik körlüğün, bağnaz ve tarafgir fikirlerin taassubundan uzak; açık, samimi ve ilerici bir düşünce adamıdır.

Mehmet Akif, fikirlerinde de şiirlerinde de ilerici bir şahsiyettir. “Edebiyatımızın tasvir hususunda bu kadar geri kalmasına bizde resmin fıkdanı (yokluğu) da sebep gösterilebilir. Eğer vaktiyle bizde de ressamlık olsaydı, belki şairlerimiz musavvirliğin kıymetini anlayarak biraz da bu türlü, yani gördükleri gibi yazmaya çalışırlardı.” (Edebiyat Bahisleri 391) sözleri onun sanatta taassuba karşı olduğunun belgesidir.

İstiklal Marşı, dostlarının hayranlığı kadar düşmanlarının da saygısını kazanmış, Nâzım Hikmet’in “Akif, inanmış adam, büyük şair” diyerek selamladığı Mehmet Akif’in Türk milletine gönülden sunduğu bir armağandır. Armağandır; çünkü o, ödül olarak kendisine verilen 500 lirayı bütün maddi sıkıntılarına rağmen kabul etmemiş, parayı Hilâl-i Ahmer’e bağışlamıştır. Gönüldendir; çünkü marş mecliste kabul edilip kürsüde Hamdullah Suphi Bey tarafından ilk kez okunurken herkes onu ayakta, alkışlayarak ve gözyaşlarını tutma gereği duymadan dinlemişti. 

            …..

Sadece orduların değil, fikirlerin de büyük bir çarpışma ve mücadele halinde olduğu o sancılı yıllarda Türkiye’nin bekasının hangi politikayla mümkün olabileceği sorusu en büyük tartışma konusuydu. Batıcılık, İslamcılık ve Türkçülük cumhuriyetin ilanına kadar en revaçta olan düşünce akımlarıdır. Balkan Savaşları sonrasına kadar bu üç düşünce akımından İslamcılığa yakın olan Mehmet Akif, dünya üzerinde artık durdurulamaz hale gelen ulusal çözülmelerle birlikte bu düşüncesinden ödün vermese bile büyük bir hayal kırıklığına uğramıştır. Aynı yıllarda, Yahya Kemal Beyatlı, Fransa’dan Türkiye’ye dönmüştür ve kendisinin millet ve ulus kavramına bakışını şekillendiren Fransız düşünür Michelette’nin şu sözü hâlâ kulaklarındadır: “Fransa toprağı bin yılda Fransız milletini yarattı!”. Aynı durum Türkiye için niye söz konusu olmasındı? Mehmet Akif’in İstiklal Marşı’nda görünür olan vatan ve millet kavrayışı Yahya Kemal’in zihin dünyasında birdenbire parlayan “Anadolu toprağının Malazgirt’ten bu yana geçen dokuz yüz yılda Türk milletini yaratması” fikrinin şiire dökülmüş halidir.

Şüphesiz ki, Türk milleti için İstiklal Marşı çok büyük önem taşır. Hatta bu konuda bizim dışımızdaki ülkelerin fertlerine göre yüksek derecede hassasiyet sahibi olduğumuz söylenebilir. Peki, nedir İstiklal Marşı’nı diğer ulusların marşlarından ayıran şey? Bunu anlayabilmek için Mehmet Akif’in sanat anlayışını bilmek gerekir. Çünkü İstiklal Marşı, Mehmet Akif’in Safahat’ında ve şiir üzerine yazılarında ortaya koyduğu poetik tutumuyla birebir uyum içindedir. “Akif’in poetikası nedir?” diye sorulduğunda karşımıza çıkan anahtar kavram ise samimiyettir. “Sözüm odun gibi olsun, hakikat olsun tek” dizesiyle gerçeklerden asla sapmayacağını ilan eden Ersoy, “Bir yığın söz ki samimiyeti ancak hüneri” diyerek şairliğinin belirleyici vasfını da ortaya koyar. Mehmet Akif Ersoy, milli marşımızı yazarken de aynı poetik tutumdan ayrılmamıştır. İşte İstiklal Marşı’nı diğer ulusların marşlarından ayıran en önemli unsur da burada yatmaktadır: Samimiyet! Genellikle kuru, ruhsuz, ısmarlama ve mecburiyetten yazıldığı duygusu uyandıran ulusal marşların yanında İstiklal Marşı, bir içtenlik ve samimiyet şahikasıdır.

Akif’in şiirlerinin Türk edebiyatının gelmiş geçmiş en içtenlikli ve en lirik şiirleri arasında yer aldığına şüphe yoktur. İstiklal Marşının bu kadar sevilmesi ve her okunduğunda en asil duyguları ayaklandırması onun samimiyetiyle doğrudan alakalıdır. Mehmet Akif, İstiklal Marşı’nda Türk milletinin göğsündeki cevhere seslenmeyi bilmiş, milleti ise onu kalbinde yaşatmayı sürdürmüştür. Yılmaz Daşcıoğlu,“Mehmet Akif, halkın başını omzuna koyup ağlayabileceği bir şairdir.” sözleriyle bu samimiyetin millet nezdinde nasıl karşılık bulduğunu gayet çarpıcı biçimde ifade etmiştir.

…..

İstiklal Marşı, bir asra yakın bir zamandan beri Türk milletinin dilinde ve gönlünde şaşmaz bir yer edindi. Gelecekte de aynı inanç ve heyecanla okunmaya devam edecek. Çünkü Mehmet Akif, sadece marşıyla eşsiz “İstiklal”imizin şairi değil, aynı zamanda “İstikbal”imizin de dev yürekli şairidir.

                                                           …….. 

Yukarıdaki satırlar, bir ulusal dergide daha önce yayımlanmış olan “İstiklalin ve İstikbalin Şiiri” başlıklı yazımdan. Bugün o yazının bir kısmını paylaşmak istedim sizinle. Yaşadığımız sürecin kalplerimizde yol açtığı elemi elbette inkâr edemeyiz. Ancak bu bizi yıkmamalı. Tam da İstiklal Marşı’mızın kabulünün 95. Yıldönümünde, nasıl bir istiklal ruhuna sahip olduğumuzu göstermenin vaktidir.

Bugün Türkiye’de yaşayan herkes, hepimiz Akif’e borçluyuz. Hepimiz, sırtında paltosu olmadığı halde kazandığı para ödülünü cephede çarpışan askerlerimize bağışlayan koca yürekli Akif’e borçluyuz. O askerlere, o komutanlara, onların dul kalan eşlerine, yetim kalan çocuklarına… Kendini hiçe sayıp bize Türkiye’yi hazırlayan herkese borçluyuz.

Üşümemiş miydi paltosu olmayan Akif? Hayır, onun paltosu imanıydı çünkü! Onun paltosu mümin, mütevekkil, dirençli ve asil ruhuydu. İstiklal ruhuydu!

Onlar bilemez, bizim kalbimizi deşmeye çalışan hainler bilemez; bu millet, bir istiklal marşı daha yazılmasına izin vermez! En zor, en karanlık, en soğuk günlerde marşına, istiklaline daha sıkı sarılır. Akif’in paltosuna sarılır gibi sarılır!