Kâinat içinde kısacık zaman, küçücük mekân kaydıyla sınırlı insanın Kerîm olan Rabbine karşı gururlanması ne acıdır.

“Gerçekten insan üzerinden öyle uzun bir süre gelip geçti ki o anılmaya değer bir şey bile değildi!” (İnsan Sûresi. 76/1)

“O; Evvel’dir, Ahir’dir, Zâhir’dir, Bâtın’dır. Ve O, Alîm’dir.” (Hadîd Sûresi. 57/3)

İnsan yaratılmadan çok önceleri âlemler, Melekler ve Cinler yaratıldı. Ahsen-i Takvîm sıfatıyla da “insan” yaratıldı.

Allah, topraktan yarattığı Âdem’e (as) ruh üfledi. Cümle esmâsını –insana- öğretti. Meleklerden üstün olabileceği nuranî kuvvetler, hayvanlardan daha aşağı düşebileceği zulmanî kuvvetler insana yüklendi. Dünya hayatında iman edip Allah’a ibadet eden, nefsini temizleyen –tezkiye- eden kurtuldu.

Allah zamanın sahibidir. Dilerse zaman içinde zaman yaratır. Hayallerimiz çok. Zamanımız hiçbir şey için yetmiyor. Zamandaki bereket kavramını unuttuk. Kargaşa yaşayan zihnimizden bereketli zamanlar silineli çok oldu…

Kimi zaman boş hayaller peşinde ömür tüketiriz. Yaratılış gayesini unuttuğu için yapacak bir şeyi olmadığını zanneden, manevî boşlukta zaman öldürenler vardır aramızda. Can sıkıntısından zamanı öldürdüğünü zannedenler farkında olmadan aslında zaman onları öldürmektedir. Zaman ölümsüzdür.

Önce kaideyi koyalım. İnsanın iki tarihi var. Yatay ve dikey tarih. Beden/cesed; yatay tarihimizdir. Ruh/Nefs dikey tarihimizdir.

Gaflet perdesiyle kalp gözü körleşen insan, ruhundan ve Rabbinden habersiz yaşar bu âlemde. Modern insan için zaman kavramı sadece yatay tarihle sınırlıdır. Lineer bir doğru gibidir zaman… Başlangıç ve bitiş noktası arasındaki düz çizgi zanneder hayatı. Tüm hayallerini arzularını mukayyet bir zaman içerisinde gerçekleştirmek ister. Ne yapsa boştur. Hiçbir şeye yetişemez.

Mezar taşında yazan doğum ve ölüm tarihine hapsedilen materyalist “yatay tarih” düşüncesi maddi âlem için geçerlidir. Ortalama altmış yıllık zamana hapsolan zavallı insan çaresizlik içinde bir o yana bir bu yana saldırır. Daha çok kazanmak için hırsla sarılır hayatına. Hayatın merkezinde sadece kendi “Nefs-i Emmâre” –egosu- (kötülük emreden nefs) vardır. Kibirlenir, kırar, döker, çalar, zulmeder, hayvanları hattâ insanları öldürür. Oysaki bilmez insan… Zaman, kendisini ölüme götüren binektir. Kum saatinden dökülen kum parçacıkları gibi her nefeste ölüme yaklaşır insan. Sahip olduğu kısacık ömrün bir kısmı çocukluk, bir kısmı acemilik, bir kısmı yaşlılıkta tükenir. Sefâ günleri çok azdır.

Yatay tarihte yaşayanların hüsranı bitmez. Çünkü yatay tarih, ölümlü bedene aittir. Dilemmâ burada gizlidir. Yatay tarihte yaşayanın kalbi ölmüştür farkında değildir. Allah’ın adını anmayan kalpler ölü kalplerdir.

Dikey tarih ise ölümsüz ruha aittir. İnsanoğlunun ontolojik olarak bu dünyada olmasının sebebi dikey tarihidir.

Niçin bu dünyaya gönderildiğini bilen insan için ”varoluş hikmetini” öğrenme süreciyle birlikte dikey tarih oluşur. Ruhuyla dikey olarak yükselen insan, bedenini de gafletten ve ateşten kurtarmış olur.

İnsan nefsinin yedi mertebesi vardır. En aşağıdaki mertebe hayvani sıfatlara sahiptir. Hayvani sıfatlara sahip kişiler kötü ahlak sahibidir.  Bütün mesele, nefsin kötü huylarını güzel ahlaka döndürebilmektir.

İnsan bedeni kirlenince temizlemek kolaydır. Kalp kirlendiğinde nasıl temizlenir? Asıl soru budur.

Ruhunu kirlerden arındıran insan dikey olarak yükselirken nefs mertebelerini ardında bırakır. Her nefs mertebesinden sonra yeni bir marifet bilgisine ulaşır insan. Marifet ilmi, dikey tarihimizin en değerli bilgisidir.

Cesede ait yatay tarih aldanış ve hayal, ruha ait dikey tarih marifet ve hakikattir.

 “Ey insan evladı! Kendine saygıyla/hürmetle yaklaş; çünkü sen kâinatta yaratılmışların özü/göz bebeği olan insansın.

Hoşça bak zâtına kim, zübde-i âlemsin sen / Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen” Şeyh Galip (1757-1799)