Onsekiz yaşı doldurmayı iki sebepten istiyordum, biri o yıllarda yeni kurulmuş olan spor-toto’yu her hafta kendi adıma doldurup yatırabilmek, diğeri de 1960 ‘tan beri kaçamak kullandığım  Ford otomobili  korkmadan kullanmak.. Trafik bürosu Ankara caddesinde eski garajlar (şimdiki kaymakamlık) civarında , ehliyet işlerine bakan  Mehmet Sözbir adındaki trafikçi ve Şöförler cemiyeti  Arya otel’in az ilerisinde olup imtihanlara giren cemiyet temsilcisi olan kişi de Oğuz Dizer’in dedesi olan ve Mehmet aga diye anılan Mehmet Dizer’di...Şöför eğitim ve imtihan pisti diye bir şey yoktu. İmtihan günü  kuyudibinde toplandık, sırası gelen, heyetle beraber arabasına oturup Dağdibi yönüne gidip geliyor , o arada ileri-geri gitme, fren patlayınca vites ve elfreniyle durma uygulamaları da yapılıyordu... Arabasıyla gelmeyenler  taksici Fatih’in Dodge arabasına kira ödeyerek o taksiyle  katılıyordu.. İmtihana Berközlerin Dr.Naşit ile ayni gün girdik..O station-vagon chevroletle ile geldi, ben de bizim Ford Consul’le katıldım.. Galiba o gün vermediler de ikinci girişte ehliyeti kazandık.
      *** 

 Bugüne kadar katettiğim yol 800.000 (sekizyüzbin) kilometreden eksik değildir yani dünyanın etrafını 20 kere dönmeye eşit., Her yıl yaptığım kilometre 15-20.000 den aşağı düşmedi..Şimdiki arabamla bile bu yaşta son 6 yılda 100.000 km.yapmışım..Yurt içinde Artvinden Kapıkule’ye –İzmir’den Tunceli’ye-Muğla’dan Kayseri’ye Silifke’den Kerpe’ye çizeceğiniz 500-1000 km.civarındaki hatları defalarca katettim. Un fabrikalarının olduğu  Eskişehir,Bursa, Polatlı,Ankara,Konya gibi şehirlere ve mısır, buğday alımları için Haymana, Adana gibi yerlere sık sık gitmemiz gerekirdi.18 yaşlarında akşamları Bulvarda piyasa yaparken birisi”hadi İstanbula  gidelim”derdi, arabayı çıkartıp o saatte gider geceyarısından sonra dönerdik.Bugün tarih olan pekçok yol ve geçitlerden geçtik, meselâ Karasu’ya giderken ondan önceki araba ile (ki  o zamanlar yaşım küçüktü, kullanmıyordum) Sakarya nın üzerinden salla geçtik.. İstanbulda bugün çalışmayan bazı iskelelerden feribotla geçerdik, meselâ Paşabahçe ile İstinye arasandaki arabavapurunu  çok kullanırdık..Kabataş-Üsküdar arasındaki çok yoğundu..Epeyce sıra beklenirdi..  Sebze-meyve aylarında kamyonların kuyruğu Kabataştan Eminönüne kadar uzanırdı.. Şehirler arasındaki yollar tek şeritti. Çömlekçioğlu,Anık,Saracoğlu gibi pek çok Adapazarlı  o zamanki E5 yolunda araba sollarken hayatını kaybetti. Otomobillerin tamamı benzinli idi ve bugünküne göre büyük eksiklikler vardı.Mazotlu (dizel)  olanlar  -bugünkü motor sistemleri henüz bulunmadığından-hem çok takırdar,sarsılır, hem de rampalarda bayılırlardı. . Lâstikler iç –dış şeklinde idi.Her arabada zımpara, solüsyon, kaynak makinası, içi yanmaya hazır mantarlı kaynak malzemesi, onu iç lâstikle beraber sıkıştırmak için bir el mengenesi, levyeler, ağır çekiç gibi tamir aletleri bulunurdu.Bir Ankara seyahatinde hem de yeni olan lâstiklerin 3-4 kere patladığını hatırlıyorum.. Son model otomobillerde bile uzun-kısa far selektörü ayakta idi.Vites direksiyon milinde idi..Ön cam yıkama su teşkilâtı yoktu.Sileceklere çok çamur bulaştığı zaman yolun kenarında durulur cam temizlenip yola devam edilirdi.. Dikiz aynasında far kırıcı düzen yoktu.Gece arkadan araba geliyorsa her şöför dikiz aynasını tavana çevirip gözlerini korurdu.Ankara yolunun zor bölümleri Kargasekmez rampası, Bolu rampası,Azaphane geçidi ,Nüfren boğazı gibi yerlerdi..1980 den sonraki bir gidişimde 10 km.lik Azap geçidini araç kalabalığından 45 dakikada geçtiğimi hatırlarım.Eskişehir yolunda Bilecik rampası,Gülümbe ve Bozüyük virajları zor yerlerdi..İzmir yolunda Sındırgı, Adana yolunda Pozantı virajları vardı..Kayseri-Malatya arasındaki Uzunyayla ile Tunceli-Erzincan arasındaki Pülümür geçidi ve ziyaret tepesi çok sarp yerlerdi..İstanbul yolunun can sıkan yeri Gebze rampası idi.. 1950 li yıllarda E-5 henüz yokken İstanbula  Arifiye üzerinden Kalaycı bayırı çıkılıp İzmitte üst Gebze yoluna girilip Mollafenari üzerinden Üsküdar rotasıyla  gidilirdi.. Yeğen   Üsküdar Zeynep-Kamil’de doğduğunda o yoldan gidip geldiğimizi hatırlarım.. O günlerde oto servisleri yoktu.İsim yapmış ustalar vardı.Ömer Salkım usta,Cevdet Varlık,Babaçko, Faik usta, Ali İhsan Usta, elektrikçi Avni usta, Fahri Gürsel usta, kaportacı  Orhan Altınçekiç gibi…. Lift’i olan tamirhane yoktu. Adapazarında ilk lift’i  Babaoğlu’ların İzmit caddesindeki Fen-İş garajında gördük, daha sonra Deryaoğlu ve çarktaki Diyarbekirliler de birer tane taktı.. Bunlar yere gömülü gövdelerin içinde çalışan ,yükselip alçalan iki büyük pistonun üstüne takılı bir plâtformdan oluşurdu..
     ***
Elli yıllık şöförlük hayatımda  bir seferde katettiğim en uzun mesafe 8000 kilometredir.

1982 de   bir BMW almıştım.. Bir arkadaş ,arabasıyla Almanyaya gidip gelmişti, cesaret verdi, beynelmilel ehliyet aldık, turingten triptik aldık, hanımla beraber yola koyulduk.Gündüzleri yol alarak sırasıyla Bulgaristan -Yugoslavya- Belgrad –Sarayevo ve Mostar yoluyla Adriyatik denizine inip Dubrovnikten tüm Adriyatik kıyısını  kat edip Cenova üzerinden İtalya-orada Venedik-Roma-Floransa-Pisa-Portofino-Sanremo ve Fransada Monaco-Montecarlo(bu şehrin tüm asfaltlarında Montecarlo rallisi yapıldığı için formula pistinde araba sürmüş oluyorsunuz)-Cannes-Nice Marsilya Lyon üzerinden Paris, oradan Dunkerk limanından feribotla Manş denizini 3 saatte geçip ver elini İngiltere..1954 te içinde olduğu otomobille Sakarya nehrini sal üstünde geçen bana otomobilini bu kez dev feribotla Manş denizini geçirtmek nasib oluyordu.. Tabii orada trafik soldan ..Kıbrısta da öyle ama bu ona benzemiyor, İstanbuldaki gibi yoğun olan ve soldan giden trafik içinde soldaki direksiyonla gittiğinizi düşünün.. Onu da hallettik, ver elini Londra.. Dönüşe geçince Londradan Dover limanına ,oradan sealink firmasının 6 katlı dev feribotu ile 3,5 saatte Belçikanın Oostende limanı.. Brüksel, oradan Almanya ,Franfurt, Heidelberg, Köln,Münih,Salzburg ve Avusturya, Viyana, oradan Macaristan Budapeşte,oradan Yugoslavya, Belgrad..Ertesi günü Belgraddan ver elini İstanbul..30 gün süren bu seyahatta her birinde pasaport ve eşya kontrolu yaptırarak toplam 16 gümrük kapısından geçmiştim.
     ***
Memleket içindeki en zorlu yolculuğum 1973 Şubatındaki sert kışta Tunceli Nazımiyede yedek subayken babamın vefatı üzerine bizim için bekletilen cenazeye  yetişmek için kar ve buzlarla kaplanmış yollarda yaptığım 1000 km.lik olandı.. Uçak ne Elâzığa ne Erzincana ne Malatyaya inip kalkamıyor zira pistler donmuş, tren çalışıyor fakat üç gün sürüyor.. Otobüs yok.. Cenazeye yetişmek mümkün değil. Telefonda”yola çıkmayın” diye yapılan yalvarmalara rağmen gözümüzü kararttık, sabah 05 te Elâzığdan yoğun tipide çıktığım yolda bir şarampola yuvarlanıp veya herhangibir arıza çıkıp yolda kalıp donmamış olmamız tamamiyle burada yapılan dualar ve niyetimizin iyiliğine karşılık Allahın koruması sayesindedir.Çünkü yollar bomboş olduğu için yuvarlandığınızı  o tipide gören olmaz yuvarlandığınız yerde donup kalırsınız.  Malatya-Kayseri arasındaki Uzunyayla ile Kırşehir’i geçip Ankaraya gelinceye kadar saymacasına tam 30 kere zincir takıp  söktüm, çünkü rampayı zincirsiz çıkamıyorsunuz, buzlu geçidi geçince zincir şakırdayıp vurmaya başlıyor, gergi lâstikleri gevşiyor, hadi dur sök.. Bolu rampasına saat gece yarısından sonra 02 de vardık ki artık ön cam komple buz kaplandı bir avuçluk boş yerden önümüzdeki bir kamyona takılıp onu izleyerek rampayı indik, Elâzığda başlayan kar ve buz ancak Düzcede sona erdi.. Ve kaderin cilvesi o saatte, eve bir saat kala bir de lâstik patladı, hadi onu yaptık.. Sabahın 04 ünde 23 saat sürekli kar ve buz üzerinde 1000 km.lik yolda yapılan korkunç bir yolculuktan sonra eve varıp yattık, ertesi gün babamın cenazesi kaldırıldı..
Gene unutamadığım bir olay da Uludağ’da hidrolik boşalması ile olan fren patlamasıdır. Allahtan yukarı çıkarken oldu ,kimseye belli edip korkutmadan   vites ve elfreniyle yukarı çıkıp patlayan yeri perçinle tıkayıp hidrolik doldurup havasını da alamadan dağdan aşağıya inebilmiş, ama havası alınmamış olduğu için her duruş ve yavaşlayışta  fren pedalını 8-10 kere pompalamak zorunda kalmıştım..Eğer bu iş çıkarken değil de inerken olsaydı o kar ve buzda  ancak kenarlara vurdurmak ya da az zararlı bir hendeğe yumuşak iniş yapmak suretiyle belki durabilirdim..
Uzun lâfın kısası :   Bana bu güzel yolculukları sağlayan  ehliyetim 50 yaşını tamamladı. Fotoğrafını  basarak kendisini onurlandırırken daha kaç sene devam edeceğini bilemediğim(çünkü 70 yaşa az kaldı) yol arkadaşlığımda gözüm gördüğü ve reflekslerim de yerinde olduğu müddetçe otomobil kullanmaya devam edeceğimden kendisine iyi bakmasını istiyorum..