Birkaç yıl önce halifesi Bekir Sıdkı Visâlî Hazretleri’nin yaşadığı evi görmek niyetiyle Kula’ya gitmiştim. Ev adresini ararken biriyle tanıştım. Sağ olsun, yardımcı olup götürdü. Ardından kendi evinde bendenizi misafir edip babasıyla tanıştırdı. Şu anda ismini maalesef hatırlayamadığım ev sahibi olan yaşlı amca 1930 yılına ait hatırasını şöyle anlattı:

Çocuktum, babamla beraber tarlada çalışıyorduk. Vakit öğle üzeri olmuştu ki, babam ve arkadaşları tarlada işi bırakıp Kula’nın merkezine doğru yola çıktılar. Ben de yanlarındaydım. O zamanlar İstiklal Mahkemesi Kula’daydı. Kula halkı mahkemenin önüne toplanmış endişe içinde hâkimin kararını bekliyorlardı. Yargılanmak üzere Kula’daki mahkemeye getirilen kişi; meşhur âlim, Allah dostu Abdurrahmân Sami Hazretleri’ymiş. İki jandarma eşliğinde kapıdan çıktığında gördüm onu. Elleri kelepçeliydi. Diğer mahkûmlarla birlikte otobüse bindirdiler onu. Otobüs tam hareket etmek üzereydi ki; Abdurrahmân Sami Hazretleri pencereden uzun uzun bana baktı. Gözlerindeki nazar, bana öylesine tesir etmişti ki ömrüm boyunca o bakışları unutmadım… Yıllar geçip büyüdükten sonra, Sami Efendi’nin yoluna intisâb ettim.

Anadolu irfanının güzîde isimlerinden Abdurrahmân Sâmî Hz. (1879-1934) Manisa Saruhan’da dünyaya gelmiştir. Mevlîd gecesi münasebetiyle babasını tebrike gelen Çöplü Dede nâmındaki bir veliyullah, "Efendim, bu gece dünyaya gelen oğlunuzun ismi Abdurrahmân olsun" deyince, Haremeyn valilerinden biri olan Âsım Efendi de oğluna Abdurrahmân ismini verir, Samî adını ilâve ederek.

Sâmî Efendi, Peygamber Efendimiz’in (sav) rüyada verdiği emir üzerine mürşîd aramaya başlar. Bir müddet sonra Çanakkale'de Ahmed Şucâaddîn Hazretlerine intisâb eder. Dört yılda seyr-u sulûkunu tamam ederek icâzet alır. Sâmî Efendi’nin seyr-u sulûk anılarını Hüseyin Vassâf Bey, Sefine-i Evliya kitabında anlatır.

Hazret-i Şeyh Kasımpaşa'daki Yahya Kethuda Dergâhına postnişin olarak tayin edilir ve tekkeler kapatılıncaya kadar burada vazife yapar. Dini ilimlerle beraber kimya ve astronomi ilimlerine de vâkıftır. Dergâh hizmetinden aldığı maaşı dağıtır, geçimini misk imal ederek temin eder. “Simyâ” ilmi hakkında kitaplar yazmış ancak ehil olmayanların eline geçer endişesiyle vefatına yakın bir tarihte hepsini yakarak imha eder.

Düzmece Menemen olaylarından sonra tutuklanır. Altı ay sonra beraat etmesine rağmen hayatının sonuna kadar takip altında tutulur. Osmanlı Dersiâmı (müderris) olması sebebiyle hayatı boyunca vaizlik yapma hakkı varken, bu hakkı da elinden alınır.

Cerrâhi Şeyhi Muzaffer Ozak Efendi’nin ilk mürşîdi olan Sami Efendi, 1934 senesinde İstanbul'daki evinde secdede iken Hakk’a yürür. Edirnekapı Kabristanı’ndaki Mısır Tarlası denilen yere defnedilir.

Yakaza halinde mübarek nazarıyla müşerref olduğum Abdurrahman Sami Efendime aşk-ı niyâz eylerim.

Azîz ruhaniyetine…

Gerçi, Sâmî Niyâzî göründün âlem-i ecsâd içinde

Âlem-i ervahtan tebdil-i kıyafet ettin de geldin.

Âsârın içinde Evrâd-ı Mukarrabîn tiryaktır dervişâna

Cümle tarik-i dervişâna tuhfe kıldın da geldin.

Vakt-i fetret içre mahzun kalan bî-çâre âşıkâna

Muallimen talim-i darb-ı zikir ettin de geldin.

Aşinâ olduk da ismine, cismine, rûh-i pâkine

Fukarâ-i dervişânı hayrân-u mest ettin de geldin

İlm-i zâhirde şol zâhidânı acîz’ul acîz kılıp

İlm-i ledûn ile bahr-i bî-payân oldun da geldin.

Rasûlullah tebşir eyledi seni âlem-i menâmda

Râh-ı aşkın rengine cümle boyandın da geldin.

Ahmed-i Şucaaddîn azîzin nefesiyledir himmeti

On iki pîrânın âb-ı hayat suyu oldun da geldin.

Bî-çâre-i fakire esnayı Zikrullah sırrında

Yakaza ile nazar kıldın, kerem ettin de geldin.

Câlibî hayrânedir, mestânedir, Hazreti Sâmî’ye

Bende-i Uşşâk fakirini zâtına âşık eyledin de geldin.