Çalıştığım yerel gazetenin sayfalarını karıştırırken bir reklama odaklandım. Daha doğrusu reklam veren firma dikkatimi çekti. Pamukçuoğlu Tekstil gazeteye tam sayfa ilan vermişti.. Tanıdık geliyordu bu soyadı. Ama çıkaramamıştım…
Biraz düşündüm araştırma yaptım ve şehrin gelişmekte olan ve bu yolda hızlı adımlarla ilerleyen bir tekstil mağazası olduğu meydana çıkıyordu. Gazeteye tam sayfa reklam vermesinden ne kadar ilerlediği göze çarpıyordu zaten. Ama ben “Pamukçuoğlu” soyadını başka yerden hatırladığıma emindim…
Yerel gazetede çalıştığım için şehrin başarılı kişileriyle röportaj yapıyordum. Gazete editöründen onayı alıp Pamukçuoğlu Tekstil’in sahibiyle irtibata geçtim ve röportaj iznini kaptım… Amaç farklıydı tabi kafama kurcalayan şeyi çıkarmak gerekiyordu… Yeterince deli birisi olarak aklımı kemiren kurtlardan kurtulmak içindi her şey.
Oldukça kaliteli ve lüks binanın ikinci katına çıkarıldım. İlk katta üretim vardı. Patron yani sahip Mithat Pamukçuoğlu’nu beklemeye başladım. Soyadından sonra isim de hiç yabancı gelmiyordu. Ya zihnimin bir oyunuydu bu, ya da ben Mithat Pamukçuoğlu’nu gerçekten tanıyordum…
Tanıştık ve selamlaştık. Röportaja başladıktan sonra kim olduğunu hemen anladım. Ama ilk başta söyleyemedim nedense. Belki de hikâyesini bölmek istemedim…
Dedesinin babasına, babasından da Mithat Pamukçuoğlu’na kalan küçük bir tarlayı sattıktan sonra büyük bir şehre göç etmek istemiş. Birkaç tanıdık sayesinde İstanbul yerine buraya gelmiş. “İyi ki öyle yapmışım” diyor. “Seyyar çorap satmaktan buralara kadar geldik Allah’a şükür”.” Belki başka yerde olsam hala seyyar satıcıydım” diyor Mithat bey.
Kaç yıl önce geldiniz diye sordum. “Vallahi 12-13 yıl önce”, dedi. Sohbet devam ettikçe taşlar yerine oturmaya başlıyordu. Benim kendisini görmemden 9 sene geçmiş demek ki. O zamanlar seyyar satıcılığı yeni bırakmış ve çok küçük de olsa bir yer açmıştı…
Ben sizi daha önce görmüştüm dedim birdenbire. Mithat Bey, şaşırarak gülümsedi. Ne zaman diye sorunca izninizle yarın devam edelim o zaman söyleyeceğim dedim ve hızlıca kalktım.
Arkamda esrarengiz bir hava bıraktığımın farkındaydım. Belki de öyle olsun istiyordum. Gazetenin arşiv bölümüne gittim. Daha mesleğimin başında yeni sayılacak muhabirken Mithat Pamukoğlu ile yaptığım röportajı buldum. Röportaj nedeni ise yolda bulduğu yüklü miktardaki para dolu çantayı sahibine teslim etmesi ve hiçbir ödülü kabul etmemesiydi.
Ertesi gün kendisine bunu ilettiğimde şaşırdı ve “doğru olmuştu böyle şeyler” dedi. Size son sorumu soruyorum izninizle. Sizce, bu duruma kadar ilerlemeniz o günkü imtihanı kazandığınız için Allah’ın size verdiği hediye mi?
Beklemediğim şekilde öfkelenmişti Mithat Bey: “
Benzer şeyleri yakınlarımda söylüyor ve ben yine kızıyorum. O gün hakkım olmayan şeyi almadığım için iyilik yapmadım ben, İyilik fedakârlıktır yani hakkından başkası için vazgeçmektir. O günkü durum iyilik değil vazifeydi.
Maddi durumumun düzelmesinin ve artmasının elbette Allah’ın takdiri ama sadece o güne bağdaştırmak benim 13 yıllık emeğime saygısızlıktır bence kusura bakmayın…
Son cümlesiyle de son darbeyi indirdi zihnime : “ İnsanlık yapan kişileri alkışlayan bir ülke olduk vah ki vah bize!”…
(Okuduğunuz öyküdeki kişilerin ve kurumların gerçekle ilgisi yoktur tamamen benim hayal ürünümdür)