Hayatın içinde varlığımızı devam ettirebilmenin mutlak şartları vardır. En temel yaşam kaynağı hava ve su ile başlayan bu mutlak ihtiyaçlar listesinin sonlarına doğru  kimi için her dem tazesini görmeye alıştığı vazodaki çiçeği, kimi için de –unutsa bile – gece yatağından kalkıp içtiği ılık bir bardak süt yer alabilir. Anneyi uyumadan önce mutlaka öpmek, önemli bir işin arifesinde dua etmek, evden çıkmadan son bir kez aynaya bakmak… Hepsi de çok insanî ama aynı zamanda kişiye özel ihtiyaçlardır.

       Dilerseniz listenin başına tekrar dönelim. “ Hava gibi, su gibi” sözünü hepimiz duymuşuzdur. Olmazsa olmazlarımız için kullanırız bu benzetmeyi.  Ressam der ki  “Benim için resim yapmak nefes almak gibidir, olmazsa yaşayamam.”

       Fikrimin bu  noktasında okuyucunun dikkatini, hepimizin içinde akıp duran  o taşkın  ıramağa davet etmek istiyorum . O ırmak ki hayattır  ve  kendimizi çok kere çaresiz, elsiz ayaksız hissettiğimiz bir girdabın da adıdır. Ruhumuzun derinlikleri, öncüsünü kaybetmiş bir kuş sürüsüdür de ahengini unutmuş kanatlar,  ırmağın tersine çırpınır durur.

        Aklımıza şu soru düşmelidir aslında böyle zamanlarda: “İnsan ne ile yaşar? “

        TOLSTOY, okuyucusunu bu soruyla yüzleştirdiğinde önümüzde merhametten sevgiye evrilen  bir ırmak akar hikâye boyunca.                                                                                                                                                 

       Biz de soralım, içimizdeki ırmağa bakarak;  insan ne ile yaşar?

       Evet, su ve hava elzemdir insan için. Lâkin aynı insan; inancı, görüşü ve kendisini kuşatan yaşam kültürüne paralel  yaşam gereçleri  oluşturur, yapar, bulur.  Ancak bütün bu olası gereçlerin içinde öyle bir ihtiyaç vardır ki...

          Çoğumuz;  yokluğunun bizi ne hale getirdiğini,  nasıl da noksan bıraktığını bilmeyiz onun. Bilmeyiz ki en ışıksız, en renksiz kaldığımız anların dert ortağı odur. Kendimizi tanımlayabilmek, yetkinleştirebilmek, “piştik  elhamdülillah “  diyebilmek onun yolundan geçer. Dinlerin ilk emridir insanlık için. Kendimiz gibi düşünmeyenlerin varlığını  kabul ve tahammül, onun büyüsünden geçmiş ruhların bir erdemi ve yüceliğidir.

            OKUMAK…

            Ben ile nesne arasındaki en güvenilir köprü. En aydınlık geçit.

           Şüphesiz okumak bir bilgi, yöntem ve disiplin gerektirir. Okumanın amaçları vardır bir kere. Uyku öncesi gerçekleştirilen okuma eyleminin keyfi ile, akademik düzeyde bir analiz yapabilmek adına başvurulan okumanın, çoğu kez okuyucuda yarattığı stres bir değildir doğal olarak.   Çocuklarımızın kişilik kazandıkları o hassas dönemde hangi türde,  ne oranda okumaları doğrudur? Ya da  seçerek okuma ,kişinin kitap okuma serüveninde bir olgunluk kazanması ile mi mümkündür ?  Pek tabii bu sorular, farklı başlıklar altında konu edilmesi gereken açılımlar gerektirir.

          Biz, önce okumayı ve  kitapları sevelim. O olmazsa hayat da olmaz, diyebilelim. Yazarlar, sayfalar, sözler sıcak gelsin bize. Ruhumuzu ısıtmak, benliğimizi geliştirmek için büyüsüne, gücüne inanalım.

          Bilelim ki insanlığın ortak dili okumaktır. Okuyarak tanır milletler çünkü birbirlerini. Senden ırak bir milletin, senin milletine eş acılar yaşadığını okuyarak bilebilirsin ancak.  Geçmişine, bu gününe ve yarınına el yordamıyla değil; akıl ve mantık çerçevesinde okuyarak sahip çıkabilir,biçim verebilirsin. Okuduğun ölçüde ülkeni, coğrafyanı, gezegenini benimser ve kaygı duyarsın gelecek nesiller için. Emeği, çalışanı ve alın terini kutsar; üretmeyen toplumların mutlu bireyler yetiştiremeyeceğini, mutsuz bireylerin tarih boyunca yıkıcı eylemlere nasıl da alet olduklarını okuduklarından öğrenirsin.

           En çok da kendin için sevmelisin okumayı.  Kendi ırmağını tanımak ve o ırmakta sürüklenip kaybolmamak için…

            Hava gibi, su gibi…

           Varlığı ile yaşatan gücünü hissetmelisin…