Devletlerin çeşitli kurumları vardır. Halk bu kurumlar vasıtasıyla hizmet alır ve hakkını arar. Bu her devlette aynıdır. Fakat devlet kurumları gereken hassasiyet ve ehliyetten yoksun ise devreye başka güçler girer. Adaletin yerini mafya, sağlığın yerini alternatif arayışlar, eğitimin yerini gizli örgütler gibi çeşitleri sayabiliriz.

Günümüz medyası ise sağlıktan, hukuktan, sosyal adalet ve yardımdan kendini sorumlu olarak birinci sıraya yükselmektedir. Dosyası kapanmış mahkeme kararları TV programcıları sebebiyle yeniden açılmakta ve dosya olumlu olarak sonuçlanmaktadır. Maalesef böyle durumlarda kimse sorumluluğu almamaktadır. İnsanlar kayıplarını, haklarını, katilleri ve suçluları, çocuğunun babasını medya programlarında araması, devlet kurumlarının ciddi ve sorumlu olarak çalışmadıklarını göstermektedir.

Eğer bu işler medyanın gücüyle halledilecekse TRT’nin bir kanalı mahkeme ve hak arayışı için ayrılsın. Bildiğim kadarıyla mahkemelerden yayın yapmak ve resim çekmek yasak olduğu halde, TV programlarında sorgulamalar görsel olarak yapılıyor, katiller suçlarını itiraf ediyorlar, kayıp çocuk, anne ve babalar bulunuyor. İnsanlar TV’ni reytingine kurban ediliyor ve reklam vasıtasına dönüştürülüyorlar. Niçin yetkili makamlarımız ve sorumlularımız medyanın ulaştığı olumlu sonuçlara ulaşamıyor. Bu basiretsizliğin sorumluları acaba hesap veriyor mu?

Olay örneği vermeden şunu sormak istiyorum? TV’ye çıkan insanın işi hemen yetkili devlet ricali tarafından aranıp halledilirken, bu meselelerin halli yine medyaya mı bırakılıyor. Benim bu konuda ki görüşüm, kendiliğinden yürümesi gereken usullerin çalışmamasının sebeplerini araştırmak ve bu usuller çerçevesinde halkına yardımcı olmayan kamu görevlilerine görevlerinde ki aksaklığın sonucunu tattırmaktır.

YOL GÖZLEMEK

Bir başka husus ise normal yollardan derdine çözüm bulamayan birisi, siyaset veya kamu yöneticilerine “Keloğlanın başına konan devlet kuşu misali” rastladığında eğer derdini anlatabiliyorsa ona iş bulunuyor, kız isteniyor, ev yapılıyor veya tedavisi kolaylaşıyor. İnsanlar idarecilerin yollarını kollayacağına sisteme müracaat etmeli değil mi? Derdini yetkiliye anlattığında o nasipli oluyor, anlatamayan ise şanssız mı olmalıdır? Derde çözüm bulmayanların sorumlu olması gerekirken aynı kişiler idarecinin talimatıyla çare olmaları oldukça üzücü ve manidardır. Doğrusu şu ki, üst yönetici, halkın derdini çözmeyen kişiye sebebini sormalı, sistemde eksiklik varsa onu düzeltmeli ve o derdi olan şahsı sistemin içinde çözüme yöneltmelidir. O’na öncelik ve ayrıcalık tanımamalıdır.

Peki, bunun sebebi nedir derseniz? Vazifelerin ehil olmayan insanların yetkisinde olmasıdır. Bunun sonucunu da hadisi şerif bize öğretmektedir.

Bir toplantıda Resûlulah sallallahu aleyhi ve sellem etrafındaki sahâbîlere birşeyler anlatırken, bir bedevî geldi ve

- Kıyâmet ne zaman kopacak? diye sordu.

Resûlulah sallallahu aleyhi ve sellem sözünü kesmeyip konuşmasına devam etti. (O kadar ki) oradakilerden kimisi (kendi içinden) "Bedevîyi işitti ama, sorusundan hoşlanmadı"; kimisi de " Galiba işitmedi" diye durumu yorumladı. Derken Resûlulah sallallahu aleyhi ve sellem, sözünü bitirince

-"O, kıyâmeti soran nerede?" buyurdu. Bedevî;

-Benim, buradayım ya Resûlellah! dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber;

-"Emânet zâyi edildi mi kıyâmeti bekle!" buyurdu. Bedevî;

-Emânet nasıl zâyi olur? dedi. Resûlulah sallallahu aleyhi ve sellem de;

-" İş, ehil olmayana verildi mi kıyâmeti bekle!" buyurdu.