Baştan söyleyeyim, mesele, Arakan'da zavallı Müslümanlar koyun gibi kesilirken bizim nasıl kurban kesip bayram kutlayarak, iyi ve güzel Müslümanlar olduğumuzu düşünebileceğimizdir!

Fakat mesele bundan ibaret de değil.

Çünkü sadece Arakan'da zulme uğramıyor Müslümanlar.

Sadece Müslümanlar da değil zulme uğrayan, ekmeğine kan doğranan, hayvandan aşağı muameleye maruz bırakılan, en temel hakları ellerinden zorla alınanlar.

Dünyanın her yerinde zulüm kol geziyor!

Yine baştan söyleyeyim, iki gün önce 95. yılını kutladığımız 30 Ağustos Zafer Bayramı'nı doğru ve düzgün idrak edemezsek, ne Arakan'da katliam sona erer ne dünyada zulüm!

Türkiye, insanın insana büyük zulmüne itiraz edecek (etmesi gereken, edebilecek doğruluk genini kanında taşıyan, istiklal mücadelesinin şanlı örneğini 30 Ağustos gibi 15 Temmuz'da da verebilmiş) belki de tek ülkedir!

Tarihi, doblonun arka camına padişah tuğrası yahut K. Atatürk imzası atacak kadar bilmek, dünyadaki yerini bir başkasının durduğu yerden nefret ederek belirlemek de, zulmün temel nedenlerinden biri.

Bu acılı ülkede, kapı komşusunun acısına, inancına, duygusuna sağır olmakla başlıyor dünyanın zulmüne ortak olmak.

Arakan'da kan akıyor da başka yerde akmıyor mu?

Zulmün derecesini kopan kolla, bacakla, insan başıyla mı ölçeceğiz?

Ya başların içindeki düşünceler?

Ya gönüllerin kırıklığı?

Seneler senesi her Kurban Bayramı iyilik yazıları yazdım.

Kandan bıçaktan çok merhametten söz ettim.

İnternetten kurban kesmeyin, nerde sizin kurbanlık gözleri bıçak görmesin diye hazırlanmış, oya oya işlenmiş mendilleriniz diye sordum boşuna.

Bu bayram aklımda başka sorular var.

Arakan'da zavallı Müslümanlar koyun gibi kesilirken bizim nasıl kurban kesip bayram kutlayarak, iyi ve güzel Müslümanlar olduğumuzu düşünebileceğimizi sormak zorundayım.

Kurtuluş Savaşı sırasında şehit olanları, sayıyla sayarak, savaşı ve komutanlarını küçümseyerek, milli mücadele sonrası kurulan devleti yönetenlerin (bize göre) hatalarının bedelini, (bize göre) karşımızdakilere ödetmeye çalışarak nereye varabiliriz?

Nereye?

Ve nereye kadar?

Geçenlerde Uğur Dündar (severim sevmem ayrı konu) Sözcü gazetesinde (okurum okumam ayrı konu) bir yazı yazdı.

"Falih Rıfkı Atay'ın“Şu denizlere bizim diye bakıyor, bu topraklarda ana bağrının sıcağını duyuyorsak, belki nefes alıyorsak, hepsini, her şeyi ona borçluyuz” diyerek tanımladığı 30 Ağustos Zaferi'nin yıldönümü yaklaşıyor ya, hemen saldırıya geçtiler." dedi.

Bunu dedirtmeyin.

Dündar yazısında (tamamını sabırla ve anlayışla okuyun) Atay'dan alıntı yapıyor:

"İçimizdeki sorunun, kimseden aramaya cesaret edemediğimiz cevabı kendiliğinden yayılıverdi: Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, bütün karargahı ile beraber esir olmuş…

Keder insanları öldürmez derlerse, bu söze inanınız. Kalp denen şeyin ne dayanıklı bir maddeden yapılmış olduğunu ben, o akşamüstü Büyükada vapurunun güvertesinde öğrendim.

Türkleri Büyükada Yat Kulübü'nden kovmuşlardı. Yalnız bir iki sırnaşık, yolunu bularak içlerine sokulabilmişlerdi. Bunlar o akşam cezalarını çekmişlerdi. Çünkü kulüpte, Mustafa Kemal'in esir olması şerefine kulübün bütün şampanyaları patlıyor ve Türkler de dağıtılan kadehleri içmeye zorlanıyorlardı. Ada sokakları çoluk çocuğun çığlıkları ile geçilmez bir hale gelmişti.

Ölümü bir uyku, rahat bir uyku gibi arayarak sabahı ettik. İlk vapurun en görünmez köşesine sığınarak, iki büklüm köprüye indik.

Bütün Türkleri yas içinde bulacağımı sanıyordum. Meğer ne kadar soysuzluğa uğramışız. Acaba sokaktakilerin hepsi şu veya bu muhipler cemiyeti üyeleri mi idi? Bizimkiler utançlarından evlerinde mi kalmışlardı? Bu gülüşler, bu çırpınışlar, bu el sıkışlar ne idi?

MEĞER BÜTÜN KARARGAHI İLE BAŞKOMUTAN MUSTAFA KEMAL DEĞİL, YUNAN BAŞKOMUTANI TRİKUPİS ESİR OLMUŞ!..

Size, kalbin ne kadar dayanıklı bir maddeden yapılmış olduğunu yukarıda söylemeseydim, burada söylerdim. Bir çocuk gibi sıçramaya başladım. Habere, havadise, telgrafa koşuyorum. Hani dün kızdığımız o sürüm gazetesi yok mu, meğer resmi tebliğlerin kilometrelerce gerisinde imiş. Yunan Ordusu'nu yok etmişiz ve İzmir'e iniyormuşuz.

Ben, ömrümde hiçbir edebiyat eserinde, ordulara ilk hedeflerinin Akdeniz olduğunu bildiren günlük emri okurken duyduğum zevki duymadım. Bu, bütün heyecanların üstünde bir heyecan veren, bütün şiirlerin üstünde bir şiirdi. Ne olmuştuk, biliyor musunuz? KURTULMUŞTUK…

AH MUSTAFA KEMAL, MUSTAFA KEMAL… ÖLÜNCEYE KADAR SANA O GÜNÜN SEVİNCİNİ ÖDEYEBİLMEKTEN BAŞKA BİR ŞEY DÜŞÜNMEYECEĞİM…

Nemiz varsa, bağımsız bir devlet kurmuşsak, hür vatandaş olmuşsak, şerefli insanlar gibi dolaşıyorsak, yurdumuzu Batı'nın, vicdanımızı ve kafamızı Doğu'nun pençesinden kurtarmışsak, şu denizlere bizim diye bakıyor, bu topraklarda ana bağrının sıcağını duyuyorsak, belki nefes alıyorsak, hepsini, her şeyi 30 Ağustos Zaferi'ne borçluyuz."

İtiraz ediyorsanız, 15 Temmuz'u da ciddiye almıyorsunuz demektir.

Mesele ciddidir.

Kurbanların bayramı demem boşuna değil.

Geçen hafta sosyal medya paylaşımına yorum yazdığım bir "aydın" sayfasından kovmuş beni.

Konu kurban bayramıydı.

Arakan haberleri daha ortada yoktu.

"Kuzuları kesmeyin" diyerek bedava "şefkat kahramanı kesilenlerin" (İnsan-Allah-Din) demeden "hakikate kıyma" ve "ahkam kesme" zamanı geldi." demek zorunda kaldım.

İletişim detaylarıyla duruyor facebook sayfamda.

DİYORLAR Kİ:

"KURBAN KESİLMESİNE KARŞIYIZ!"

DİYORUM Kİ:

"Sadece kurban bayramında hayvanların kesilmesi ne kadar acı, ne kadar vahşi, ne kadar insanlık dışı, ne kadar korkunç değil mi? İnsanların birbirini koyun gibi boğazladığı, peygamberlerini çarmıha gerdiği bir ortak tarihin en müşfik eylemlerinden biri kurban kesmek. "Onların kanları Allah'ın katına ulaşmaz" diyor Kur'an. Din kana ihtiyaç duyuyor ve bu ahlaksızlıktır demek bir vejeteryan için bile çok saldırgan bir suçlama. Kurban kesmeyiniz. İnançları aşağılamayı ise kesinkes kesiniz. İyi bayramlar."

BUNA NE CEVAP VERİYORLAR?

ŞU CEVABI VERİYORLAR:

"Kesme fiilini ne çok kullanıyorsunuz.

Kesinlikle kesiniz. Kesiniz...

Kesmek.

Tekrarlar; korteksin kaotik durumunun ifadesi...

Siz kesmeye devam edin!

Bunu kabul etmeyen birinin  sizde infial uyandırması normal elbette bu durumda...

Emir kipiyle  yazma  cüretinde bulunmanıza ne demeli?

Siz kimi, hangi donanım ve birikimle, hangi erkten güç alarak hizaya sokmaya çalışıyorsunuz?

Sanırım anlamak istemediniz.

Yaşamın her an'ında hayvan katline karşıyım.

İnsan katline, savaşlara, sömürü düzenine

kana endeksli ilkelliğe karşıyım.

Kan akıtılan günleri ise

Bayram olarak kabul etmiyorum.

Tanrı, inanç, ifade  anlayışımı ise, siz dahil hiç kimse yargılama hakkına sahip değildir Cihat Zafer Bey.

Kansız, şefkatli ve aşk dolu, cezalandırmayan, başka bir Tanrım var sanırım.

Asıl önemli olan ise şu:

Sayfama iznimle, konuk olarak gelip bana yol iz öğretemezsiniz.

Cüret etme gücünü nereden aldığınızı bilemem, ancak yalnızca çok yakınlarım ve kadim dostlarımla paylaştığım, bunun dışında olanlara tamamen kapalı sayfamda bulunmayı hak etmiyorsunuz.

Size hitaben hiç bir ibare olmadığı halde,

açıkça saldırganlaşan ve "kan dökmeye karşı" oluşu aşağılayan sizsiniz. 

İnanca saygıda çifte standart oluşturmak çok geçerli farkındayım.

O saygıyı siz göstermeyi deneyerek başlayın dilerseniz. Nezaketle sayfamdan ayrılın.

Lütfen yanıt vermeden yapın bunu."

NE GÜZEL NE HOŞ NE ÇAĞDAŞ NE TAHAMMÜLLÜ BİR CEVAP DEĞİL Mİ?

DEĞİL!!!

BU DA SON CEVABIM:

İlkeller tanrılara işte böyle kurbanlar adıyorlardı.

Koyunu savunup insanı harcayarak.

Siz psikiyatr mısınız bilmiyorum ama kesmek, kesinlikle, kesiniz (kes değil kesiniz yani emir değil rica) kelimelerinin tekrarında sadece aliterasyon yok. Hiciv var, tevriye var, kinaye var.

Şiir yazmaya çalışıyorsunuz diye yapmıştım.

Cüret mi?

Sayfanızda misafir falan değilim.

Siz eşit olamıyor musunuz kimseyle?

Arkadaş mesela.

Sizinle aynı dinden olmayanlarla mesela.

Ben sizin misafiriniz değilim.

Facebook arkadaşınızım.

Siz (misafirinizi!) kovduğunuz için değil dinleri ve inançları sığ duyarlılıklarla aşağılamaya cüret ettiğiniz için sizin arkadaşlığınızı reddediyorum.

Tanrınızı tanımıyorum. Dolayısıyla hakkında bir şey söyleyemem.

Bizim inandığımız Allah'a ve dine saygı duymak zorunda da değilsiniz.

Saygısızlık etmemek şartıyla elbette.

Allahın yarattığı koyunu kuzuyu Allah'ın dinine hakaret etmek için kullanmayın demek istiyorum.

Siz milyonlarca insanın inancına hakaret edeceksiniz ama kimse sizi eleştirmeyecek öyle mi?

Ne kadar güzel şeyler öğretmiş kan dökülmesini istemeyen Tanrınız size!"

Mesele derin.

Biz birbirimize bu zulmü reva gördüğümüz müddetçe dünyada zulüm bitmeyecek.

Ne Cumhuriyet Bayramı ne 30 Ağustos bizim küçük göreceğimiz bayramlardır ne de Recep Tayyip Erdoğan ve partisi, davası, mücadelesi. Ne padişah tuğrası bizim düşmanımızdır ne K. Atatürk imzası ne de saf Müslümanların Kurban Bayramı.

Bizim düşmanımız cehalet, tembellik ve fakirliktir.

Düşmanlarımızın bizden daha bilgili daha çalışkan ve daha zengin olduğu bir dünyada zulüm bitmez.

Her yer Arakan olur.

Her yer kan olur.

Zalimlerin bayram etmesini önlemenin tek yolu, kurbanların bayram etmesinin tek yolu, bizim kendimizle ve hakikatle barışmamızdır.

Kurbanlarımızı, bir Allahın kulu bile zulme kurban gitmesin diye kesiyoruz.

Kurbanların kanı Allah'ın katına gitsin diye değil.