“Büyükşehir ve Büyük Kibir” yazısının amacı, halkla ilişkiler ve iletişimin ciddi bir iş olduğunu hatırlatmaktı.

Halkla kurulan, kurulması gereken ilişkinin, medyayla ve kamuoyuyla iletişimin “kişisel tercihlere” ve “dostluklara” bırakılmasının herkesten önce ve herkesten çok Başkan Zeki Toçoğlu’na zarar vereceğini anlatmaktı.

Ardından diyecektik ki, “Büyükşehir Belediye Başkanının bisiklet dağıtırken basına poz verdiği sahneye (Habere Pedal Çevir) yazarsanız, biri de çıkar, (Habere değil, habire pedal çevir olması lazım) der. (Adapazarı’nda kaç kilometre bisiklet yolu var?) diye sorar. (Gazetecilerin hepsine bisiklet verdiniz mi peki?) der. (Peki şimdi işine o bisikletlerle gidip gelen kaç gazeteci var?) diye sorarsa ne olacak?

Sıra gelmedi. Yıllardır her yerde sakladığım soyadımı ortaya çıkardılar, kişisel hakaretler, seviyesiz bir takım iftiralar, en son 1997’de Telve programını yaptığım Samanyolu televizyonu ile, yuh artık demeyin, FETÖ/PYD davalarıyla namertçe “iltisak”landırmaya çalıştılar, çok yakından tanıdığım taşralı bir yerellikle bel altı vurmaya kalktılar akıllarınca.

Muhabirlikle “muhbirlik” arasındaki farkı ben öğretecek değilim. Hukuk öğretir. Devlet de merak etmeyin sizden daha iyi araştırır ve daha iyi not tutar.

“Ürümesini bilmeyen it sürüye kurt üşürür” Zeki Başkanım. Ben 1997’de Samanyolu’ndan ayrıldım. Peki başkaları?

Başkanı olduğunuz Büyük Şehirin yerel medyası, tam da bunu demeye çalışıyordum işte, hazin ama gerçek, maalesef bu durumdadır.

Bir de “ayı” var, hani arkadaşı uyurken, “iyilik olsun” diye koca taşı arkadaşının sinek konan burnunun üstüne indiriveren.

Sizi kimin ve nasıl savunduğu, halkla ve medyayla kurumsal ilişkinizin, iletişim yönetiminizin sağlamasını yapmanız, iletişimdeki dil ve yönetim hatasının büyüklüğünü görmeniz için harika bir fırsat aslında.

 “Eyvah Soyadımı Ortaya Çıkardılar” yazısını yüzlerce insan okumuş, “Zeki Toçoğlu'na mı kibirli dedim, büyükşehirin neresi kibirli, bisiklete binen yerel medyayı mı aşağıladım, Zeki Aydıntepe ile birlik olup Zeki Toçoğlu'na kumpas mı kurdum? Hepsini açıklayacağım!” demiştim geçen hafta, açıklayayım.

 

Zeki Toçoğlu’na kibirli demedik. Büyükşehirin halkla ilişkileri kibirli dedik. Eleştiriye cevabın nerden geldiyse bunu yazmakta ne kadar haklı olduğumuz da o kadar net ortaya çıktı.

“Belediye ne cevap verecek?” diye sordum yazının sonunda, cevap vermeyeceklerini tahmin ederek. Sonuç. Eleştiri resmen suçüstü oldu. Cevap nereden geldiyse bakıp, eleştirinin ne kadar yerinde olduğunu, durumun tam bir suçüstü olduğunu görmek de zor değil.

Yazarlığımın tam tamına otuzuncu senesinde, eleştiri ile hakaret arasındaki farkı henüz Türkçe yazmayı beceremeyenlerden öğrenecek değilim.

Benim yazmadığım ve söylemediğim, kalemimin terbiyesi nedeniyle asla yazmayacağım şeylerden aşağılık bir üslupla niyet okuyarak çıkarılanlar, sadece “Büyükşehirin halkla ilişkilerinde, iletişim yönetiminde sorun var” dememi ispata yarıyor.

Zeki Toçoğlu’nu ya da başka bir kişiyi değil, sistemi ve durumu eleştirmem etrafında yazılıp çizilenler, uyarılarımı, iyi niyetli birer ikaz olmaktan çıkarmıyor, eleştirdiğim kurumu ve durumu kıt akılla ve bol edepsizlikle cevaplayanlar sayesinde tam bir suçüstü durumuna dönüştürüyor.

Yerel basına rüşvet imasında bulunmuşum. Rüşvet neymiş? Büyükşehirin gazetecilere dağıttığı bisikletler.

Dağıtılan bisikletlerle hangi gazeteciler işe ya da habere gidiyor? Bu konuda bir haber paylaşmadı Büyükşehir. Demek ki, organizasyonunun haber takibini de yapmayı düşünmemişler, tıpkı işin adını koyarken yeteri kadar düşünmedikleri gibi.

Bisiklet dağıtmadan evvel Cumhurbaşkanlığımızın himayesindeki önemli organizasyon hakkında da medya ve kamuoyu yeteri kadar bilgilendirilmemiş, kamuoyu bisiklet dağıtılmasına hazırlanamamış, asıl haber manşete çekilmemiş, kaçırdıysam özür ama görmedim bunu.

Erkal Etçioğlu, mecliste raylı sistem konusunu açmış yine, Zeki Aydıntepe de dünkü köşesinde yazdı. Adapazarı treni gara gelemiyor, raylı sistem tartışılıyor. Vatandaş Mithatpaşa tren istasyonuna bisikletle mi gidecek? Var mı oraya kadar bisiklet yolu?

1992’de ART’de haber okurken radyoya bisikletle gidip gelen biri olarak niye karşı olayım arkadaş bisiklete, basına bisiklet dağıtılmasına? İletişim yanlış diyorum.

Ihlamurcu dedenin ıhlamurlarını zabıtanın alması yanlış demedim.

Zeki Toçoğlu’nun mersedese binmesi yanlış da demedim.

Gelmeyen otobüs için ulaşım daire başkanı duraktaki yolcuyu arasın da demedim.

Zeki Toçoğlu kibirli hiç demedim.

Büyükşehirin halkla ilişkisi, iletişimi, medya kullanımı sorunlu dedim.

Bu yazdıklarımdan “Zeki Toçoğlu seni mi arayacak işi yok da?” sonucunu çıkaranlara karşı bana doğru düzgün cevap vermek bir yana kaale bile almamayı tercih eden bir iletişim yönetimine, iletişim aklına cevap vermek gerekiyorsa vereyim.

Ben olsam arardım.

Ayrıca, “Telefonlarınız kapalı olmayacak. Telefonlarınızı kendiniz açacaksınız” diye Tayyip Erdoğan bana söylemedi herhalde.

Koskoca Mimar Sinan, Süleymaniye’nin minaresini, küçük bir çocuk minare eğri dedi diye halat bağlatıp çektirdi, çocuğa da sordu düzeldi mi, diye!

Siz Mimar Sinan’dan daha kocaman iseniz, ne diyeyim?

Büyükşehir yerine Kocaman Şehir diyeyim o zaman.

Zeki Başkanım, iletişim bir iştir, ciddi bir iştir, bir kişinin tek başına yöneteceği bir iş de değildir.

Bilmem anlatabildim mi?

Zeki Başkanım, ben vazifemi yaptım, “omzunda akrep var” dedim. “Kibirlisin” demedim. Büyükşehirin kibirli görünmesi sana zarar verir ve bu beni hiç ama hiç sevindirmez. Bu yüzden, “Kaybederseniz siz kaybetmeyeceksiniz, biz kaybedeceğiz” dedim. Tekrar ediyorum “biz” kaybedeceğiz. “Biz.” Sizi, bizden ayrı konumlandıranlar, hah işte bu bakış açısı, “şehrin sahibi kendileri” sanıp, öyle davranıp, “bizi reaya, tebaa yerine koyuyor” görünüyor, “düşün vatandaşın halini” demek, tekrar söylüyorum “omzunda akrep var” demektir.

İnsan dostunu uyarır, düşmanını değil.