Kafdağı’na yaslanmış bir masal kahramanımız (mı)dır Köroğlu.
Çamlıbel’in aslanı, Toros’ların sırtlanı (mı)dır.
Kaç kez Nemrut’a ateş, Erciyes’e tipi, Palandöken’e lodos olmuştur.Arafat’ta mı Arasat’ta mı Ararat’ta (1) mı yaşamıştır Köroğlu. Zigana’dan kaç kez geçmiş hayatında, Beyleri (2) kaç kez Zigana’dan geçirmiştir hayatlarında. “Allahü Ekber”i(3) mesken tutmuş mudur hiç olmazsa sonunda.
Anladık; hikâye de mâlum: Bolu’da “bey” var, zulmedecek birine, gözlerine mil çektirecek, gözsüz mazlumun oğlu doğacak, adını Ali koyacak, Ali büyüyecek, Hz. Ali’nin kılıcını taşıyacak elinde, babasının hesabını “bu dünyada” soracak “bey”lere, “bey”lerin keyfi kaçacak; vuruşma, dövüşme, kaçışma; sırtını dağa verecek bizim Ali’cik, o dağ senin bu dağ benim; “bey”ler ovada bizim Ali “dağ”larda beyleyecek, bekleyecek, beslenecek.
Bizim Ali’ye de bir isim vermemiz gerekecek, şöyle afili tarafından; “bey”ler “eşkıya” dememizi isteyecek, Üsküdar(4) “şâki”, beylerin çanak yalayıcıları “zalim”, yardımcıları “talancı”; Ali ise hepsine birden “yalancı” diyecek ve soracak bize: “Sahi, kimim ben? Amme vicdanındaki izdüşümüm nedir?”
Bizim Ali’ye “baba bir isim” koyabilmek için düşeceğiz yollara; Geyve, Taraklı, Göynük, Mudurnu, Seben derken yolumuz Abant’tan geçip Aladağ yaylalarına düşecek, soracağız “yüksek”lere: “Kimdir bu Ali?” Dağlar cevap verecek: “Hangi Ali?” Diyeceğiz: “Babasının oğlu Ali?” Dağlar sürdürecek: “Kör babanın oğlu Ali mi?”
Nâçar cevaplayacağız: ”Evet!”, Dağlar fermanı imzalayacak: “Köroğlu Ali”.
“Ben Hakk’ın kulu Köroğlu’yum” diyecek Ali, “ben Hakk dediğimi, Hakk bildiğimi, Hakk bellediğimi yaparım” diyecek Ali, “ben Hakk’ımı alırım” diyecek, “ben Haklının Hakkını Haksızdan alır Haklıya veririm” diyecek; tutacak sözünün “Köroğlu Ali”; alacak da verecek de. Ve “bey”liğini “zulme gark etmiş” bütün beylere bir eliyle Istıranca’ları (5), diğer eliyle de Gavur Dağlarını (6) gösterip seslenecek, bağlama eşliğinde, gönül telimizi titreterekten:
Benden selam olsun Bolu beyine
Çıkıp şu dağlara yaslanmalıdırrrrrrr, yaslanmalıdıııır
Ok gıcırtısından kalkan sesinden
Dağlar seda verip seslenmelidirrrr, seslenmelidiiiiir
Nâmı nâm üstüne nâm salacak Köroğlu’nun; zalim yüreklere korku salacak nâmı; mazlum yüreklerin âhı ile birleşip beylerin yâdında taht kucak nâmı gün be gün. “Bey”ler de boş durmayıp bir ellerinde silgi, bir ellerinde kalem, “halkın hafızasını” karalamak, “efsaneyi silmek” için gecesini gündüzüne katacaklar.
Köroğlu bir cuma “bir Köroğlu bir Ayvaz” tebdil-i kıyafet şehre inecek, evinin önünü süpüren teyzenin dilinden “yüreğini sızlatan” bir türkü dinleyecek;
Adın batsın Köroğlu
Canın çıksın Köroğlu
Nâmın batsın Köroğlu
Dârağacına gelesin
Dayanamayıp soracak: “Köroğlu sana ne etti de beddualı türküler söylüyorsun Ana?” Anadolu kadını, dünya durdukça devam edecek toplumsal bir kanunu hatırlatacak Köroğlu Ali’ye: “El söylüyor biz de söylüyoruz işte. Biliyor muyuz ki neden söylediğimizi.”
Anlayacak bir kez daha Köroğlu, “şehirler hile desise doludur, tertemiz zihinler kirletilmektedir” beylerce. Kararını verecek, arkasına bakmadan gidecek, ona gönlünü açmış bekleyen dağlarına yeniden, ağzında türküsü:
Hemen mevla ile sana dayandım
Arkam sensin kal'am sensin dağlar hey
Yoktur senden gayri kolum kanadım
Arkam sensin kal'am sensin dağlar hey
O çıkacak dağlarına, kalmayacak çıkmakla, girecek kıyamete kadar gönüllerimize. O gün bugün o dağlara “Köroğlu dağları”, beylerin yüreğindeki mazlum korkusuna da “Köroğlu korkusu” denilecek.
Ve sürecek devr-i devran..
Ve tarihte yerini de alacak Bizim Ali,
“Beylerin tahtını çöpe atan adam” olaraktan.
-----
1) Ararat: Ağrı dağının eski adı,
2) Beyleri Zigana’dan geçirmek: Bolubeyini darboğaza getirmek, zora düşürmek,
3) Allahü Ekber: Erzurum’daki dağların adı,
4) Üsküdar: Payitaht, devlet nezdi,
5) Istıranca: İstanbul’dan Kırklareli’ye doğru uzanan sıradağlar,
6) Gavur Dağı: Osmaniye, Gaziantep, Kahramanmaraş üçgeninde, adı “Nur Dağı”na dönüştürülmüş sarp dağlar.