HÜZÜN HİCRAN VE UMUT DOLU BİR KALEM

Yazmak zor sanat. Yazmak, kelimelerle okurların gönüllerinde saraylar inşa etmek demektir bir bakıma. Allah’ın ancak on binde bir kişiye bağışladığı nadir bir özellik.

Balkanlarda Türk olmak zor sanat. Yalnızca Türk olduğun, sadece Türk olduğun, bir tek Türk olduğun için, bin bir engelleme zorluk ve ötekileştirmelere maruz kalmak demektir. Altı asırda birikmiş olan öfkelere kızgınlıklara şiddetlere muhatap olmak demektir, hiç hak etmediğiniz hâlde.

Balkanlarda Türkçe yazmak; işte zorların da zoru! Medeniyetimize Yahya Kemaller, Mehmet Akifler, yüzlerce divan şairi, bilim ve devlet adamı yetiştirmiş Balkanlarda, bir asrı –yazıyla yüz yılı – aşkın süredir devletten, okullardan, çarşı pazardan; yani hayattan çıkartılmış; hatta nüfus kağıtlarından silinerek sadece dört duvar arasında hapsedilmiş bir dilde şiirler, hikâyeler, romanlar yazmak!..

Yüz yıl sonra da Türkçenin kalesi durumunda genç yazarlar var Balkanlar’da. Sibel Gülistan (Batı Trakya), Leyla Şerif Emin, Mehmed Arif (Makedonya), Taner Güçlütürk, Canan Özer (Kosova), Hayat Memiş, Rukiye Amet (Romanya), Alla Büük, ViktorKopuşçulu (Gagauz Yeri), EhmineÜsein, Seyran Süleyman (Kırım), ElisMehmed, Özlem Tefikova, Sibel Cenap (Deliorman) sayıları yüzleri bulan genç yeteneklerden sadece birkaçı. Şiiriyle, öyküsüyle, romanıyla, hatırasıyla, portresiyle, seyahat notlarıyla, denemeleriyle; önümüzdeki elli yılda Rumeli’de ‘ses bayrağımız Türkçe’ bu genç kalemlerin omuzlarında dalgalanacak.

Şefika Refik, Güney Bulgaristanlı genç bir öğretmen, genç bir yetenek. Ana dili Türkçeyle çok güzel şiirler, hikâyeler yazıyor.

1978 yılında Bulgaristan Kırcaali’de  doğmuş. Filibe/Plovdiv Paisiy Hilendarski Üniversitesi’nin Kırcaali Şubesi’nin Türkçe, Bulgarca ve İngilizce bölümlerinden mezun olmuş. Daha sonra aynı okulda Türkoloji Bölümü’nde yüksek lisans eğitimini tamamlamış. Yaklaşık on yıldır Kırcaali bölgesinde Türkçe, İngilizce ve Bulgarca öğretmenliği yapmakta.  

Ben kendisini, facebook’taki şiir paylaşımları ile fark ettim 2012 sonlarında. Baktım ki iyi şiirler yazıyor. Edirne Valiliği Balkan Danışmanlığı görevim süresince yakın çalışma imkanı buldum Şefika Hanım kardeşimle. Vali Hasan Duruer’in desteği ve bir grup edebiyat serdengeçtisi ile birlikte Balkanlardaki sekiz ülkede Türkçe yazan gençlerin buluşma noktası olarak yayımladığımız Balkan Türküsü dergimizin Kırcaali sorumluluğunu üstlendi iki yıl süreyle Şiir ve hikâyeleri, Filiz, Balon, Balkan Türküsüdergilerinde ve Kırcaali Haber gazetesinde de yayımlandı.

Balkan aşığı, hadimi, sevdalısı şair Mustafa Hatipler’in himmeti ile, iki de şiir kitabı yayımlanmış bulunuyor Şefika Refik’in: "Her Gün Yaşamak" (2013) ve ‘Hüzün Mısraları‘ (2014). Editörlüğünü benim üstlendiğim ‘Karanlığın Sesi’ adlı hikâye kitabı da birkaç ay içinde okurlarıyla buluşacak inşallah.

Evet Balkanlar’da en çok da Bulgaristan’da Türkçe yaşamak, Türkçe yazmak zordur. Bütün engellemelere, zorluklara, yoksunluklara rağmen ‘çok güzel bir Türkçe’ ile yazan Şefika’nın şiir ve hikâyelerini okuduğunuzda, Türkiye’dekilerden hiç de eksiği olmadığını fark edecek; genç bir kalemi, pır pır atan bir yüreği, tarih medeniyet ve insanlık sevgisi ile dolu bir kalbi sevecek, sarıp sarmalayacaksınız. Yer yer üzülecek, hatta ağlayacak, göz yaşlarınızı tutamayacaksınız.

‘Ayna’ tutacak ‘Anne Yüreği’nize sizin Şefika Refik; kâh ‘Vefik Dede’ olacaksınız, kâh ‘Ercan’, hüzün vadilerinde dolaştıracak sizi; bazen ‘Beyaz Ölüm’den kaçan Eray’sınız artık, bazen ‘İtiraf’çı Ergin; kimi yerde oğlunuzun okulunda ‘En Büyük Hediye’ ile gururlanan anne olacaksınız, kimi yerde büyük aşkı güzeller güzeli ‘Alev’inin hayal kırıklığına uğrattığı Arif.

Gün gelecek ‘Üç Maymun’u oynayamayan, yüreği insan sevgisiyle dolu hemşireliğinizle gurur duyacaksınız; gün gelecek çocukluğunuzda hep hakaret gördüğünüz dayak yediğiniz biri Bulgar Çeteci olacak, Türk doktor Tahsin olarak onu ameliyat edip kurtaracaksınız.

Bazen ‘Kanser Günlüğü’ tutarken bulacaksınız kendinizi, bazen ‘İki Sınır Arasında’ gidip gelirken…

Ama hep Türk, hep Müslüman, hep insan… ‘Karanlığın Sesi’ sizin sesiniz aslında; sizin sesiniz, sizin sözünüz, sizin gönlünüz.  Okumaya başladığınızda elinizde bırakamayacağınız sımsıcak bir kitap ‘Karanlığın Sesi’, iki şiir kitabı gibi.

Sevgiyle, şefkatle, titizlikle örmüş ilmek ilmek hikâyelerini de şiirlerini deyazarımız.

Türkçeyle, hüzün, hicran ve umut dolu duygularla yüreğinizi kavuracak Şefika Refik. Benden söylemesi…

‘Hüzün Mısraları’ kitabından ‘Susma Bu Gece’ şiirini paylaşmak isterim yazarın:

 

Ey, beni sınamaktan bıkmayan hayat!

Sen...
Bir veda makamı çal bu gece,
Gözü yaşlı bir şiir oku bana,
Sonu hüsran olan hikâyeler anlat bu gece,
Ağlat beni,
Yak yüreğimi,
Dize getir kaderimi,
Ama susma,
Susma bu gece...

Bu gece
soğuk,
Bu gece
bıçak gibi keskin...

Susma...
Anlat beni bana.
Benim sana söyleyemediklerimi haykır yüzüme,
Oku gözlerimdeki ağlayan hasreti.
Ama susma,
Susma bu gece...

İki Sınır Arasında

 

İlk defa nereye, kime gideceğimizi bilmediğimiz bir yolculuğa çıktıkbugün. Elimizde ne bir bilet, ne bir adres...Sadece eski bir Rus arabası olan kırmızı "Jiguli", annem, babam, on iki yaşındaki ben, giyecek giyisilerimiz, bir kat yorgan - döşek...Bir de iki aylık olan yeni aile ferdimız "Boncuk". Beyaz tüylü, boncuk gözlü kedimiz. Köydeki diğer kızların elinde hep bez bebekleri var, oğlanlarda  araba. Bende ise kedi. ’’Kime versem” diye hiç düşünmedim onu. Çünkü en önceden biliyordum onu burada terk etmeyeceğimi. Burada  sevilseydik, buradan kovulmazdık. Bizi neden burada istemiyorlar, neden...? Ne bilsin bunları on iki yaşındaki bir kız? Ben nereden bileyim ki?

Bilmiyorum!

Anlayamıyorum!

Tek tesellim babamızın yanımızda olması. Ya olmasaydı? Ya o da Feride'nin babası gibi kaybolsaydı ortalıktan? Ya da Mehmet'in babası gibi ölüsü getirilseydi eve? Benim babam yanımda. Annem de yanımda. Boncuk bile yanımda. Ama onlarınki yok. Belki hiç bir zaman gelmeyecekler. Kimbilir? Gitmekle doğru yapıyoruz galiba? Daha doğrusu kovulmakla, doğduğumuz topraklardan. Doğruyu yanlışı bilecek yaştayım ben. Ama bu yapılanlara...Doğru mu? Yanlış mı demeli? Daha doğrusu bu zulme ne demeli, nasılnitelendirilmeli...Henüz adı yok bende.

Ben Asiye. On iki yaşındayım. Son dört yıldır hem Asiye oldum, hem Angelina. Yani evde, ailem, akrabalarım, arkadaşlarım Asiye diye hitap ettiler. Okulda ise Angelina dediler hep bana. Çünkü burası Bulgaristan! Çünkü buradaki her Türk’ün, ailesi tarafından konulan bir Türk adı, Devlet tarafından da zorla konulan bir Bulgar adı var. Ben hiç sevmedim bu Bulgar adını. Bir türlü alışamadım ona. Hem neden iki adı var ki Türklerin?  Mesela, neden Bulgarların da iki adı yok?  Bizim neden sürekli Bulgar polisinden korkarak yaşamamız gerek? Neden Türkçe konuşmak yasak? Ya da...O kadar çok sorular var ki kafamda! Hepsi cevap arıyor. Peki ya cevaplar nerede?

Ben Asiye. On iki yaşındayım. Ve  ben, soruların cevapsız, cevapların ise yönünü çoktan kaybetmiş olduğunu anlayabilecekyaştayım sadece.

Şimdi tam ortasındayız kaderimizin. Tam ortasında!

Şurada!

İki sınır arasında!

Ben. Babam. Annem. Kedim. 

Nereye bakarsam bakayım, her yer insan. Düğün alayı gibi mübarek. Ya da köyde senede iki defa düzenlenen panayır misali burası.

İnsan... İnsan... İnsan...
Ve hiçbiri, hiçbirimiz nereye gideceğimizi bilmiyoruz. Kaldık burada. Böyle boynu bükük, böyle çaresiz, böyle kimsesiz, böyle açılı.

Böyle Türk!

Her yer polis kaynıyor burada. Coplar havada uçuşuyor, hem de hiç sebebi yokken. Gidiyoruz ya işte. Neden hâlâ dövüyorlar ki bizi?

Nedir bu ağır kelimeler? Bu kin, bu nefret, bu ayrımcılık nedir ki?

Ben Asiye. On iki yaşındayım. Ve ben neden burada, tam iki sınır arasında olduğumuzu bir türlü anlayamıyorum. Annem ‘’Göç” diyor. Babam ‘’Göç” diyor. ‘’Göç” nedir ki? Nereden icap etti yerimizden -yurdumuzdan sürülmek? Kimseye zararımız yoktu halbuki. Ben okula, annemler tütün tarlasına gidip geliyorduk. Sonra bir gün köy meydanına topladılar bizi. Savaşta esir düşmüş gibi dörttarafımız askerlerle sarıldı. Silahları vardı. Böyle kocaman. Ve o silahların namluları ucunda biz vardık: Türkler.

‘’Gideceksiniz!  Size bir hafta mühlet. Ya da...”

Şimdi burada, bu iki sınırın tam ortasında düşünüyorum da, gitmek bir nevi kaçmak mı, yoksa kaçmak kurtulmak mu?  Ama herşeyimiz orada kaldı. Akrabalarımız, arkadaşlarımız, anılarımız,geçmişimiz...Sevdiğimiz herşey orada.‘’

Nice şiir ve öykü kitaplarına Şefika Refik. Bakanlarda altı asırdır yok edilemeyen Türkçe seninle, sizinle, sizlerle yaşayacak.

Sen ve senin gibiler benim kahramanlarımsınız. Türkçe yaşadığınız sürece, Türkçe yazdığınız sürece de hep kahraman olacak, hep kahraman kalacak, hep kahraman anılacaksınız.Türkçe altı asır daha sizin yazdığınız şiirlerle hikâyelerle romanlarla yaşayacak.

Türkçesinden öpüyorum Şefika Refik’lerin.