İhsan Deniz, 1986'da yayımlanan kitabı 'Adımlarımın Gizli Sokağı'nın ilk sayfasında şunları söylüyordu: 'Büyük şiir, çoğu zaman ‘trajikolan'dan çıkar. Hayatın bu iç-yasalılığı karşısında seçimini daima şiirden yana yapmış ve yapacak olan şair; var olduğu sürece bu bedeli, ancak, hiçbir hâl'le değişmeyeceği ve hiçbir zaman, sonunun gelmeyeceğini bildiği yalnızlık ve mutsuzluğunu kendinde içkinleştirerek ödeyebilecektir. Bu, şairin kaçınılmaz kaderidir. Bir şairin şiiriyle yapması gereken en önemli ödev; fenomen temelinde verili olan şey'lerin dışına taşarak, 'metafizikolan'ı tırmalamak ve yakalamaktır. -Gerçek şair, bu olgunun endişesiyle sürekli kıvranacaktır.-

Neredeyse bütün şiir macerası boyunca 'trajikolan'dan 'Hakikat'e yaptığı o amansız yolculukta 'metafizikolan'ı tırmalayan ve yakalamaya çalışan İhsan Deniz, 'muhtemelen son kitabım' dediği Suya Kanat'tan sonra bir sürprizle çıkageldi: 'Tam'. Meserret Yayınları'nca yayımlanan ve yekpare bir tek şiirden oluşan 'Tam', Deniz'in önceki kitaplarında da rastladığımız kendine has deneysel bir tavrı içeriyor.

'Bir şiir yalnız o şiire giren değil, bir de girmeyen sözcüklerden meydana gelir.' demişti Salâh Birsel. 'Tam', bu tarifle mütekabiliyet içinde bir kitap. Deyiş yerindeyse bir 'eksik oluş' (açlık) üzerinden Tam'lığı (doluluk) ima ediyor İhsan Deniz. Kitabın görsel anlamda söylediği de bu. Dünyayla arasına kelimelerle mesafe koyuyor; bu da bir başka açlık biçimi; dudağın değil, kalbin kelimelerine. Bir çeşit şiirsel riyazet ya da dilde münzevî olma hâli. Dudakla yapılan iki eyleme konuşmaya ve yemeye karşı bir duruş. 'Ben ilmi açlıkta sakladım.' hadisini kavramak için gerekli olan sessizlik, eylem ya da eylemsizlik.

Hz. İsa, 'Sizler karnınızı aç tutunuz, ola ki kalbinizle Rabbinizi göresiniz!" buyurmuştu. İslâm'da açlığın faziletleri, hikmetleri, hazineleri anlatmakla bitmez. Ferîdûn Bin Ahmed-i Sipehsâlâr, Mevlânâ ve Etrafındakiler'in Hz. Pîr'in 'Orucu, Mücahedesi ve Açlığına Dair' bölümde 'Tanrı'nın Kur'an-ı Mecîd'de bildirdiği: 'Kendilerini açlıktan doyuran ve her çeşit korkudan emin kılan' ayeti ve Peygamber Hazretlerinin 'Açlık yeryüzünde Tanrı'nın taamıdır; Tanrı son derece doğru olan arkadaşların bedenlerini onunla diriltir' hadisinin hakikati gerçekte ona keşf oldu ve amellerinde gözle görülür hale geldi.' der.

İhsan Deniz'in şiirini palimsest yöntemiyle bir okumaya tabi tuttuğumuzda hiç şüphesiz 'şuarâ sûresi' ile karşılaşırız. Tam ise 'Açlık yeryüzünde Tanrı'nın taamıdır' hadisine götürüyor bizi; o menbaa yani. Aslında Deniz'in şiir sergüzeştinin vardığı yerin burası olması çok anlaşılabilir. 'Yetin yerin olanla' mısraının sırrını kavramış bir şair çünkü o. Açlığın ve az konuşmanın nimetlerinin ve elbette hikmetlerinin peşinde Dil'de münzevî bir şair. Susarak söylemenin hazzını tatmış, Sükût âleminin eşiğine yüz sürmüş bir şair.

'Açlık/koruyacak kalbin kelimelerini'
'Kalbin kelimeleri./şifa/olacak.'

Açlık, ruhu uyandırmanın, 'âyine-i pür-tâb-ı mücellâda nihân' olmanın, kelimelerinin kalbine girmenin, eşyanın hikmetini kavramanın, bir özge temâşânın yolu İhsan Deniz'de. Böylece kendini tasavvuf şiiri geleneğine eklemleyen şair, metaforların ve kâğıttaki boşlukların sağladığı imkânla 'eksik bir metin' inşa ediyor. Hatta metnin varlığını iyice belirsiz kılan Deniz, 'söylenmeyenin güzelliğiyle' başbaşa bırakıyor okuru ve dahi kendi kalbini.

'Açlıktan diller susarken' dünyanın kendine çekilişinin, varlık ve yokluğun bir kabuğa sığan iki badem gibi kalbe dolduğunun, kalbin Mesnevî'deki o cilâlanmış duvar gibi Aşk'ın tecellileri için parlatılışının şahidi kılıyor kendini Deniz; çünkü 'kalpleri parlatır açlık' demiştir bir kere, o sırra mazhar olmuştur.

'O halde açlık kurtuluştur', o halde 'Tam' bir eksik-oluş'un 'tastamam' oluşudur...

,